;
Bilim Politika

“Türkiye’nin Yangın Sonrası Faaliyetleri Biyoçeşitliliği Göz Ardı Ediyor”

Yangın ekologları Çağatay Tavşanoğlu ve Juli G. Pausas dünyanın en prestijli bilimsel dergilerinden Science’da yayımlanan yazılarında yangın sonrası iyileştirme çalışmalarını yürüten Orman Genel Müdürlüğü’nü (OGM)“Türkiye’nin yangın sonrası faaliyetleri biyoçeşitliliği göz ardı ediyor” diyerek uyardı.

Türkiye’nin güneybatısını 28 Temmuz’dan itibaren etkisi altına alan yangınlarda 254 bin futbol sahası (181 bin 393 hektar) kadar alan yanarken sekiz kişi hayatını kaybetmişti. 28 Temmuz –12 Ağustos tarihleri arasında, sadece Muğla ve Antalya’da yanan ormanlık alan yaklaşık 124 bin hektar.

Diken’de yer alan habere göre, yangınlar henüz sona ermemişken süregelen tartışma konularından biri de kaybedilen ormanların nasıl “geri kazanılacağı”ydı. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu süreç içerisinde sıkça yanan alanların “ağaçlandırılacağını” dile getirmiş; yardım kampanyaları düzenlenmiş; çalışmalara derhal başlanacağı söylenmişti.

Ancak bilim insanları, “acele bir şekilde hareket etmenin yanlış olduğunu”, Akdeniz bölgesindeki yanan alanlara aceleyle fidan dikmenin “gereksiz ve hatalı” olduğunu dile getiriyor.

“Kesim İşlemleri Habitatı Olumsuz Etkiliyor”

Twitter hesabı üzerinden Science’da yayımlanan yazının ifade ettikleriyle ilgili bilgi veren Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Tavşanoğlu, şunları kaydetti: “Kızılçam ormanlarının bizlerin aşırı bir çaba göstermesine gerek kalmadan yangın sonrası kendini yenileyebileceğine daha önce de değinmiştim. Dolayısıyla, yangına maruz kalmış Akdeniz ormanlarının yenilenmesine yardımcı olmak için, alanı agresif insan faaliyetlerinden korumak yeterlidir (yapılaşma, iş makineleri ile alana girme, zeytinlik gibi tarım alanına dönüştürme vb.)

Şu anda, Orman Genel Müdürlüğü, geleneksel uygulaması olan yanmış ağaçların kesimini olabildiğince hızlı bir şekilde sürdürmekte. Geçmişte daha kontrollü olarak yapıldığını gördüğüm ağaç kesimleri, bu kez yanmış alanlara aşırı bir müdahaleyle gerçekleşmekte. Bunun ardındaki sebebi bilmiyorum (Hızlı olma çabası mı, denetim eksikliği mi?), ancak kasım ayından beri Antalya ve Muğla’da farklı yangın alanlarında, yangın sonrası kesim işlemlerinin habitatı olumsuz yönde etkilediğine şahit olduğum çok sayıda gözlemim oldu.

Olumsuz gözlemlerden bazıları: Tomruk taşımak için yangın alanı içinde geniş yollar açılmakta, dere yatakları toprakla doldurulmakta, kesim ve taşıma için yangın alanına paletli araçlarla girilmekte, kesilen materyal kendini yenilemekte olan bitkilerin üzerine bırakılmakta.

Yangın sonrası ağaç kesiminin ekosisteme olan olumsuz etkileri dünyada bilim insanları arasında ciddi bir şekilde tartışılırken, ne yazık ki Türkiye’de bu konuyu gündeme getirmeye fırsatımız dahi olamıyor. Eleştirebileceğimiz nokta ağaç kesimlerinin düzgün yapılmaması şu anda.

Bunun sebebi, yanan ağaçların ormanda kaldığı sürece böcek istilasına yol açacağı ve yanmayan ormanları da etkileyeceği yönündeki yaygın (pek kanıtı olmayan) inanış ve yanan ağaçların halen ekonomik değer taşıması. Ormanlara sadece ekonomik olarak bakarsanız, yangın sonrası ağaç kesimi mantıklı ve gerekli bir uygulamadır, ancak ekolojik yönden bakarsanız yanmış ağaçların kesimi o kadar olumlu birşey olmayabilir.

Yanmış ağaçlar birçok böcek ve kuş türü için yaşama ortamı oluşturarak biyoçeşitliliğe destek verirken, yanan ağaçların zamanla devrilerek toprağa karışması ormandaki madde döngülerinin ve ekosistem fonksiyonlarının gerçekleşmesi için destek sunar. Bu nedenle yangın sonrası ağaçların kesilmesi bile ekosisteme bir müdahale iken, ekosisteme daha büyük zarar veren kontrolsüz ağaç kesimleri sürgün veren bitkilere ve toprak tohum bankasına zarar vererek biyoçeşitlilik kaybını artırmakta.”

“Teraslama Vahim Sonuçlar Doğuracak”

Gözlemlediği “ekolojik açıdan daha da vahim sonuçlar doğmasına yol açan diğer faaliyetin” ise yanan alanların sürülerek ya da teraslanıp sonrasında fidan dikimi yapılarak ağaçlandırılması olduğunu söyleyen Tavşanoğlu, şöyle devam etti: “Ağaçlandırma öncesi arazi hazırlığı için alana iş makinaları girmekte ve yangın sonrasında sürgün verebilen Sandal, Menengiç, Meşe gibi bitkileri kökleyerek ortadan kaldırmakta. Alanın sürülmesi, toprak içerisinde baharda çimlenmeyi bekleyen onlarca bitki türünü de yok etmekte.

Ağaçlandırma öncesi arazi hazırlığı için alana iş makinaları girmekte ve yangın sonrasında sürgün verebilen Sandal, Menengiç, Meşe gibi bitkileri kökleyerek ortadan kaldırmakta. Alanın sürülmesi, toprak içerisinde baharda çimlenmeyi bekleyen onlarca bitki türünü de yok etmekte.

Orman Genel Müdürlüğü’nün önceliği ekonomik gerekçelerle yanan alanın tekrar ağaçlık bir alan hale getirilmesi olduğundan, çoğu kez ekosistem bütünlüğünü göz ardı eden yangın sonrası ağaçlandırma faaliyeti sorgulanmadan uygulanıyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün geçmişte (en azından 1990’lı yıllarda ve 2000li yılların başlarında) yanan alanlar ile ilgili karar almadan önce çoğu kez en az bir sene beklediğini ve sonrasında yapılan gözlemlere dayanarak uygulama yaptığını biliyorum.

Yanan alana ne yapılacağına karar vermek için bir süre beklemenin amacı, eğer bir sene sonra doğal yolla alana yeterince çam fidesi geldiyse (ki çoğu zaman gelir), o alanın kendi haline bırakılması ya da tohum takviyesi ile alandaki çam varlığının desteklenmesidir. Son dönemde, bu geleneğin göz ardı edildiğini ve özellikle büyük yangınlardan sonra çok büyük alanların kitlesel bir şekilde sürülüp ağaçlandırıldığına şahit oluyoruz.”

“Düşüneceğimiz En Son Seçenek Olmalı”

“O zaman için Türkiye’nin en büyük yangını” 2008 Taşağıl yangınında yanan alanın %50’ye yakınının yapay gençleştirme (fidan dikimi) yapıldığını öğrendiğini kaydeden akademisyen, “Bugün aynı yanlışın 2021 büyük yangınlarından sonra da yapılmakta olduğu anlaşılmakta” ifadesini kullandı.

Tavşanoğlu, şunları aktardı: “Hatta bir koruma alanı olan Marmaris Milli Parkı’nın bir kısmında bile teraslama ve alan sürme ile ağaçlandırma yapıldı. Bu, ekosistem tahribatının ötesinde koruma alanlarının işletilme fonksiyonlarına da aykırı bir durum. Yanmış Kızılçam ormanlarının sürme/teraslama yoluyla yeniden ağaçlandırılması, ekosisteme yangınlardan daha fazla zarar vermekte. Bu faaliyetler, yangından sonra kendini toparlayabilecek olan ve tür zenginliği yüksek bir ekosistemi, yapay bir ağaçlandırma alanına dönüştürmekte.

Yangın sonrası faaliyetlerin bu şekilde yürütülüyor olması, arazi bozulmasını artırarak Türkiye’nin Birleşmiş Milletlerin sürdürülebilirlik hedeflerine uyumunda ve 2021 BM İklim Değişikliği Konferansı’ndaki taahhütlerini gerçekleştirmede başarısızlığa uğramasına yol açabilir. İşin ilginci, yangın sonrası agresif ağaçlandırma faaliyetlerinin doğayı yeşillendirme ve eski haline getirme gerekçesi ile büyük bir kamuoyu (halk, STKlar, çevreci vakıflar, bankalar, basın dahil) desteği ile yapılıyor olması.

Yangın sonrasında alanları sürerek, teraslama yaparak ağaçlandırma yapmanın mantıklı bir hedefi ekonomik gerekçelerle ağaçlandırma alanı yaratmak olabilir. Ancak, yanan ormanları korunmasını ve yenilenmesini istiyorsak ağaçlandırma en son düşüneceğimiz seçenek olmalı.”

Gelecekteki Yangınlarda da Ekosistemin Yenilenme Gücünü Düşürecek

Akdeniz ekosistemlerinde çok özel durumlar haricinde yangın sonrası ağaçlandırma önerilmez. Bu özel durumlardan biri, yangının ağaçların ve bitkilerin kendilerini yenilemesini engelleyecek bir sıklıkta (mesela Kızılçam ormanları için 15 yıl ara ile iki yangın) gerçekleşmesidir. 

Diğer özel durum, daha önceki arazi kullanımlarından ötürü alanın zaten kendini yenileyemeyecek durumda olmasıdır (Mesela daha önce sürülerek ağaçlandırılmış bir alanın yanması durumunda, kendini yenileme gücü zayıftır.) Tabii bu şu demek oluyor aynı zamanda: Bugün yapılan o dozerli-teraslı ağaçlandırmalar, sadece günümüzde biyoçeşitliliğe zarar vermekle kalmayacak, aynı zamanda gelecekteki yangınlarda da ekosistemin yenilenme gücünü düşürecek.

Akdeniz ekosistemlerinde yangın sonrasındaki tüm bu teraslama ve sürme yoluyla ağaçlandırma faaliyetlerini sürdüren Orman Genel Müdürlüğü ve bunu destekleyen doğa severler bilmeliler ki, bu faaliyetler habitat bozulmasına ve biyoçeşitlilik kaybına yol açıyor!”