;
Ekonomi Politika

Kömürün Bedelini Ödeyenler: “Tek Çabamız İnsanca Yaşayabilmek”

Gerekli çevre yatırımını yapmayan santralların faaliyetlerinin kısmi veya süreli olarak durması, o bölgelerde yaşayanların en azından bir süreliğine nefes almasını sağladı.  #Temizhavahaktır diyenler, santralların bacalarından çıkan gazlardan zehirlenmeden, suları ve toprakları kirlenmeden yaşama deneyimlerini anlatıyorlar…

YAZI: Bulut BAGATIR

Baca gazı arıtma sistemleri ve kül depolama sahaları gibi gerekli çevre yatırımlarını yapmadan çalışmaya devam eden santrallar havayı, toprağı, suyu ve insan sağlığını zehirlemeye devam ediyor. Dün başlayan yazı dizimizde Temiz Hava Hakkı Platformu koordinatörü Buket Atlı özelleştirilmiş kömürlü termik santrallara çevre yatırımları konusunda verilen muafiyetlerin ne anlama geldiğini ve süreci aktarmıştı. TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Üyesi Orhan Aytaç, 2020 yılından bu yana gerekli altyapıları olmayan santrallara hangi yatırımların yapıldığını, CAN Europe’tan Özlem Katısöz ise Türkiye’nin neden vakit kaybetmeden kömürden çıkış politikasına ihtiyaç duyduğunu anlatmıştı. HEAL Türkiye Kıdemli Danışmanı Funda Gacal, Türkiye’de ilk defa kömürlü santrallar düzeyinde hava kirliliği emisyonlarına ve buna bağlı sağlık etkisi ve maliyet tahmininde bulundukları yeni raporlarının ayrıntılarını İklim Haber okuyucuları ile paylaşırken, Temiz Hava Hakkı Platformu Türk Tabipleri Birliği’nin temsilcisi Doç. Dr. Gamze Varol da gerekli yatırımlar tamamlanmadan santralların çalışmaya devam etmesinin, temiz havanın hayati değerinin daha iyi anlaşıldığı COVID-19 salgını sürecinde halk sağlığı öncelikleriyle neden bağdaşmadığını açıklamıştı.

Santralların gerekli çevre yatırımını yapmadan çalışmasının ve hatta yapsalar bile faaliyetlerine devam etmelerinin neden sakıncalı olduğunu anlatan bu bilimsel gerçeklerin yanı sıra bir de o santralların yakınında yaşamaya ve direnmeye çalışanların gerçekleri var. Farklı şehirlerde veya iklimlerde olmalarından bağımsız olarak ortak bir gayeleri bulunuyor: İnsana yakışır ve çevrelerine saygılı bir şekilde yaşamak. Özelleştirilmiş santrallara gerekli çevre yatırımlarını yapmadan bir süre daha çalışma izni veren tasarı maddesi (Madde 50) Cumhurbaşkanı tarafından veto edildikten sonra faaliyetlerinin bir kısmının veya tamamının bir süreliğine durdurulması bu mücadeleyi uzun yıllardır verenlerin bir nebze olsun nefes almasını sağladı. Biz de bu kısa zaman zarfında, bacalardan çıkan gazlardan zehirlenmeden, suları ve toprakları kirlenmeden yaşama deneyimi elde edenlere kulak verdik.

“Santral Kapalıyken Elbistan Halkının Mutluluğu Tarif Edilemeyecek Kadar Büyüktü”

Hatırlarsınız, geçtiğimiz haftalarda tüm Türkiye’yi kar heyecanı sarmıştı. Herkes sabah kalktığında beyaza bürünmüş bir manzarayı hayal ederken, Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi ise “kara” bir karın sabahına uyandı.

Kahramanmaraş Elbistan-Afşin Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu Üyesi İbrahim Yalçın durumu, “Afşin’de A termik santralı kışın çalıştığından beri ‘kara kar’ yağıyor. Aşağı yukarı 30 yıldır bu şekilde. A termik santralında hiçbir filtre koruma sistemi yok. Kışın santral çalışırsa ve kar yağarsa bu kar kara olur” diyerek özetliyor. Santralın özelleştirilmesiyle birlikte, geçmiş yıllara nazaran karın siyahlığının daha belirgin olduğunu anlatan Yalçın’a göre bunun nedeni santralın çok daha vahşice çalıştırılması.

Santralın faaliyetinin tek sonucu “kara kar” da değil. Bölgedeki termik santralların neden olduğu hava kirliliği inanılmaz bir boyuta ulaşmış durumda. Greenpeace tarafından 5 Ekim – 11 Kasım tarihleri arasında dört noktada gerçekleştirilen hava kalitesi ölçüm sonuçları, bölgenin insan sağlığı için nasıl yaşanmaz hale geldiğini ve kömürlü termik santralların havamızı nasıl kirlettiğinin bir kanıtı oldu. Çalışmada, insan kaynaklı hava kirliliğinin en büyük nedenlerinden olan partikül madde 10 (PM10), partikül madde 2,5 (PM2,5) ile SO2 ve NO2 yoğunlukları ölçüldü. Sonuçlar gerçekten dehşet vericiydi:

– Bölgede ölçülen en yüksek 24 saatlik PM10 değeri Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) önerdiği yıllık limit değeri olan 20 µg/m3’ın 16 katı, Avrupa Birliği’nin (AB) mevzuatında belirlenen yıllık ortalama limit değer olan 40 µg/m3‘ın ise sekiz katı,

– Bölgede ölçülen en yüksek 24 saatlik PM2,5 değerinin ise DSÖ’nün önerdiği yıllık limit değeri olan 10 µg/m3‘ın 10 katından, AB’nin mevzuatında belirlenen yıllık ortalama limit değer olan 25 µg/m3‘ın ise dört katından yüksek,

– Ölçülen PM10 değerlerinin, her iki noktada da, ölçüm yapılan 30 günün tamamında; Türkiye, DSÖ ve AB’nin belirlediği günlük ve yıllık değerleri aştığı saptandı,

– Ölçülen PM2,5 değerlerinin de yine her iki noktada da, ölçüm yapılan 30 günün tamamında DSÖ ve AB yıllık limit değerlerinin üzerinde olduğu görüldü.

Tam da bu yüzden İbrahim Yalçın santralın faaliyetlerinin durduğu altı aylık dönemde Elbistan halkının mutluluğunun tarif edilemeyecek kadar büyük olduğundan bahsediyor: “İlçenin etrafının dağlarla çevrili. Yıllardır bu çeperden şehre doğru geldiğimizde şehri berrak bir şekilde görmüyorduk. Bu altı ayda dağda bulunan en ufak noktayı dahi berrak bir şekilde görmemize imkan sağlayan temiz bir hava vardı. Çamaşırları kuruturken alışılageldik siyahlık yoktu. Bu süreçte herkes bu farkı gördü.” Yalçın’a göre Elbistan-Afşin bölgesinde yaşayan insanlar bu tecrübelerine dayanarak termik santralın çalışmamasını güçlü bir şekilde talep ediyorlar. Toplum açıkça santralı istemediğini söylüyor.

Santralın bulunduğu bölgede şu an için tarım yapmak oldukça güç. Ancak yine aynı bölgede sulama ve kanal projeleri de mevcut. Yalçın, santralın faaliyetlerinin süresiz olarak durdurulmasını; verimli ve zengin toprakların tarım için kullanılmasını istiyor: “Santral her şeyi yok ediyor. Yeni termik projelerinin hayata geçirilmeyeceğini, halihazırda faaliyette olanların ise kesinlik kapatılacağını düşünüyorum. Biz A santralını mahkemeye verdik. Bu santralda filtre olup olmadığının tespit edilmesini istiyoruz. Başka yolumuz kalmadı. Bizim gözümüzle gördüğümüzü görmek istemiyorlar.”

“Evden Adımımızı Dışarı Attığımızda Temiz Hava Soluyabildik”

 “Gece evde yattığınızda santralın neden olduğu ses nedeniyle rahat bir uyku uyuyamıyorsunuz. Sesten çok şikayetçiydik. O ses kesilmişti o dönem. Bir de tabii evden dışarı adımımızı attığımızda temiz hava soluduk. Gökyüzünü masmavi görebildik. Bizim burada kar ilk 24 saat beyaz yağar. Sonrasında kapkara olur. O dönemde yağan tertemiz bir kardı” diyerek anlatıyor Kütahya’daki Seyitömer Termik Santralı’nın yanı başındaki bir köyde yaşayan, adını vermek istemeyen bir yöre sakini.

Santralın faaliyetinin durmasının ardından önce tek bir baca çalışırken bu ayın başında dört bacanın da çalışır duruma geldiğini, çalışanlardan duydukları kadarıyla sistemlerin şu an yapım aşamasında olduğunu ve santralların halihazırda filtresiz çalışmaya devam ettiğini de sözlerine ekliyor.

Seyitömer Termik Santralı’nın filtre probleminin yanı sıra kül depolama sistemleriyle de ilgili sorunu var: “Kül barajı vardı daha önceden. Sulu sistemi, kuru sisteme çevirdiler. Eskiden önce suyu atıp, sonrasında santraldan çıkan kül tozunu atıyorlardı. Barajlar tamamen dolduğu, taşma tehlikesi taşıdığı ve barajı yükseltmek maliyetli olduğu için şu anda külü direkt çevreye atıyorlar.”İşin korkutucu tarafı ise rüzgarla bu külün santralın çevresindeki altı, yedi köye taşınması.

Kütahya için kömüre dayalı olmayan bir ekonomi talep ediyor bölge halkı. Termik santral gelmeden önce bölgede pancar, mısır, buğday, arpa yetiştiğini büyüklerinden dinlediklerini ifade ediyor aynı yöre sakini: “30 sene içerisinde her şey yok oldu. Tarıma çok elverişli bir bölgeydi ancak şu an tarlamız bile yok. Her yer değerinin altında istimlak edildi.” Tüm bunlara rağmen en mantıklı seçimin tarım olduğunu düşünüyor ancak maliyetler gözünü korkutuyor: “Nasıl olur bilemiyorum. Toprakla uğraşmak istiyorum ancak bu fırsatı bana vermiyorlar. Köylü milletin efendisi derler ya, o efendilik bilhassa bizim köyde kalmadı.”

“Zonguldak, Kömürün Bedelini Kanıyla ve Canıyla Ödedi”

Geçtiğimiz yıl tam da bu zamanlarda COVID-19 karantinaları başladığında “30 büyükşehir ve Zonguldak” ifadesi oldukça tartışılmıştı. Zonguldak yıllardır Türkiye’nin enerji alanında yükünü çekti. Karşılığı ise maden kazalarındaki sayısız ölümler, hava kirliliği ve bu kirliliğe bağlı solunum yolu hastalıkları oldu. Böyle bir mazisi olan kentin ve o kentin insanlarının santralsız günlerdeki tecrübesi ise pek olumlu değil.

TEMA Vakfı Zonguldak Temsilcisi Berran Aydan durumu şu sözlerle anlatıyor: “Kirliliğin gün sayısında bir azalma oldu. Bildiğiniz gibi bizde sadece ÇATES yok. Eren Enerji de var. O nedenle tam o ayrımı yapamıyoruz. ÇATES’ten filtre olmadığında daha çok siyah duman çıkıyordu. Şimdi o kayboldu sanırım. Çatalağzı’nda yaşayan arkadaşlarımla konuşuyorum. Sadece sabah erken saatlerdeki ateşlemede siyah duman çıktığı bilgisini verdiler. Dumanın görünen miktarının azaldığını söyleyebilirim. Ancak hava kirliliğindeki iyileşmenin ne oranda gerçekleştiğini tam olarak anlayabilmek için her iki bacada da ölçüm yapılması gerekiyor.”

Aydan; bacasından kirli duman çıkarmayacak, üretimi nedeniyle toprağı ve suyu kirletmeyecek yatırımları tercih edeceğini söylüyor: “Tarıma dayalı yan sanayi olabilir. Hayvancılık ve seracılık da mevcut. Bunların desteklenmesi gerekiyor. Ekoturizmi oldukça önemsiyorum. Demiryollarına dayalı turizmin yapıldığı Kars örneği önümüzde. Ayrıca Karadeniz’deki en eski antik şehir Filyos’ta. Ekosistemin hem insan hem de doğa sağlığı açısından korunması adına Filyos havzasının sanayi bölgesi yapılmasını da istemiyoruz.”

Berran Aydın’ın temiz bir sanayi istemesinin ardında yatan nedenler arasında kentin yaşadığı tarifsiz acılar bulunuyor. Aydan, Zonguldak halkının kömürün bedelini kanı ve canıyla ödediğini belirtiyor: “3 Mart, 1992’de Kozlu’daki maden patlamasının yıl dönümüydü. Bir gecede 293 madenci hayatını kaybetti. Bu korkunç bir şey. Kömürü çıkartmanın bedeli bu. Pandemi başladığı zaman kısıtlamaların 30 büyükşehir ve Zonguldak’ta olmasının nedeni de kömürdü. Biz çocukluğumuzdan beri kirli havaya maruz kalıyoruz. Termik santrallar da 3000 MW’ın üzerinde üretim yapıyorlar. Hedef burada 5000 MW’ın üzerine çıkmak. Biz yaptığımız çalışmalarla yeni projelerin gerçekleşmesinin önüne geçtik ancak her an tetikteyiz.”

“Santral Pandemi Zamanında Suyumuzu Kesti”

Tarihi ve kültürel özellikleri, doğası ve tarım alanları ile Türkiye turizminin ve tarımsal üretiminin merkezlerinden biri olan Muğla, uzun yıllardır kömür ve madenlerle boğuşuyor, insanlar hava kirliliğinden dolayı hayatlarını kaybediyor.

İki yıl önce yayımlanan “Kömürün Gerçek Bedeli: Muğla” adlı rapora göre Muğla’daki Yatağan, Yeniköy, Kemerköy termik santrallarından kaynaklanan hava kirliliği 1983-2017 yılları arasında en az 45 bin erken ölüme sebep oldu. Yine aynı araştırma sonuçlarına göre, Yatağan’da havadaki partikül madde (PM10) yoğunluğu, DSÖ’nün belirlediği yıllık ortalama üst limitin 2015’te dört, 2016’da üç buçuk katı olarak gerçekleşti. Yani Yatağan halkı, 2015 ve 2016 yılları boyunca DSÖ’nün insan sağlığı için aşılmaması gerektiğini belirttiği sınırın kat be kat fazlası zehir soludu.

İkizköy’den Esra Işık, bölgedeki hava kirliliğinin ulaştığı boyutu şu sözlerle anlatıyor: “Dört yanımız çam ağaçlarıyla çevrili. Sabah dışarı çıkıp derin bir nefes aldığınızda çam kokusu elbet geliyor ama genzimizi yakan bir kömür kokusu da oluyor. Kirli hava geceleri ay ışığında bile belli oluyor.”

Hava kirliliğinin yanı sıra termik santral kaynaklı su sorunu yaşadıklarından da bahsediyor Işık: “Yaz yaklaşıyor. Özellikle o dönemde çok büyük su sıkıntısı yaşıyoruz. Evimize gelen suyun vanası termik santralın elinde. Bizim ve bizimki gibi yedi köye termik santral su gönderiyor. Ancak biliyorsunuz ki santrallar soğutma işlemi için oldukça fazla su harcıyorlar. Hatta bu seneki verilere göre termik santral Milas ilçesinin 2.5 katı daha fazla su kullanmış. Tek sebebi de bu değil. Biz sesimizi çıkardıkça onlar da bize su vermediler. Bizim bahçe yaparken çok su kullandığımızı iddia ettiler. Köy yerindeyiz, ne yapabiliriz ki?  Kış ayında da aynı sorunu yaşadık. 10 gün susuz kaldık. Biz sesimizi çıkardıkça, onlar da bizi bu şekilde cezalandırdılar. Yazın yine benzer bir sorun yaşayacağımızı düşünüyorum.”

Yaşadığı yeri “özgürlüğün anahtarı” olarak tanımlıyor Esra Işık. Tek çabalarının insanca yaşayabilmek olduğundan bahsediyor. COVID-19 döneminde bile santral nedeniyle susuz kaldıklarını hatırlatarak sözlerini sonlandırıyor: “Buna insanca yaşamak denemez. Hava ve toprak kirliliği, susuzluk, sağlımızın bozulması… Biz burada istediğimiz gibi yaşayamıyoruz. Çok büyük hayallerimiz yok. Kendi kendimize yetebilmeye çalışıyoruz. Yine de sanki birilerine zarar veriyormuş gibi tepki alıyoruz. Her şeyden önce, herkes gibi temiz bir çevrede yaşama hakkımız var ancak bu hakkımız gözetilmiyor. Çevremizin böyle katledildiğini gördüğümüzde içimiz yanıyor. Bir yanımız buruk.”

Esra Işık’ın, Berrin Aydan’ın, İbrahim Yalçın’ın, kısacası bu mücadelede yer alan her bir kişinin sözleri aslında tüm bu hak arama talebinin merkezine oturuyor: İnsanca ve doğaya saygılı bir şekilde yaşamak. #Temizhavahaktır diyen her yurttaşın sesinin duyulması, taleplerinin göz önüne alınması için daha fazla beklemeye gerek yok…