;
Bilim

Kyoto’dan Paris’e Karbon Piyasaları: AB ETS Tecrübesi

COP25’te tartışmaları tıkayan ve çözümü 2020’de Glaskow’da düzenlenecek COP26’ya kalan, karbon piyasalarını düzenleyen Paris Anlaşması’nın 6. Maddesi, küresel emisyonların düşürülmesinde kritik bin öneme sahip. 2005-2008 yılları arasında, merkezi Danimarka’daki AB kurumu olan Avrupa Çevre Ajansı (EEA) iklim değişikliği ve enerji biriminde proje yöneticisi ve Türkiye masası sorumlusu olarak çalışan Prof. Dr. Etem Karakaya, karbon piyasalarının oluşturulmasında yapılan hataları bire bir yaşamış bir uzman. İklim Haber için yazdığı bu değerli makalede, hataların tekrarlanmaması için çıkarılacak dersleri paylaşıyor.

Yazı: Prof. Dr. Etem Karakaya, ekonomist, iklim değişikliği ve enerji uzmanı, [email protected]

Madrid’de yapılan 25. Taraflar Konferansı’nın (COP25) en sıcak ve tartışmalı konusu karbon piyasalarını ilgilendiren Paris Anlaşması’nın 6. Maddesi (Article 6) oldu. 2015 yılından bu yana bu madde ile ilgili ciddi bir gelişme olmadı ya da hassasiyetinden dolayı Paris Kurallar Kitabı içerisinde en sona bırakılmıştı. Bu toplantı da en uzun süren COP olmasına rağmen ciddi bir ilerleme sağlanamadan önümüzdeki yıla bırakıldı.

Peki, Madde 6 yani karbon piyasaları niçin en sert tartışmalardan birine neden oluyor? Bunun birkaç nedeni var: Piyasa mekanizmasına inanmayan ülke ve çevreci sivil örgütlerin hayli etkin olması, karbon piyasası konusunun iklim adaleti temasını yakından ilgilendirmesi, geçmiş olumsuz tecrübeleri ve hataları tekrarlamamak için tarafların çok hassas ve temkinli adım atması, taraflar arası işbirliğinin mimarisinin bu düzenleme içerisinde vücut bulması. Bu ve benzeri nedenler 6. Madde içinde birbiri ile ilgili önemli konular üzerinde uzlaşı sağlamayı önemli derecede zorlaştırıyor.

İşte tam bu noktada, ilk ciddi emisyon ticareti tecrübesi olan AB genelinde 2005-2007 yılları arasında kurulan Avrupa Birliği Emisyon Ticareti Sistemi (AB ETS) ilk Pilot uygulaması hakkında yaşanan tecrübeleri, başarıyı, sıkıntıları birinci elden gözlemci olarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu dönemde yaşananların 6. Madde bağlamında bugünkü tartışmalara ışık tutacağını ve müzakerelerin niçin çetin geçtiği konusunda fikir vereceğini umuyorum. Ayrıca yaşanan bu süreçte görülen veri eksikliği, kurumsal altyapı eksikliği, yönetişim, şeffaflık gibi sorunların reformlarla nasıl aşıldığı, 2020 sonrası için olağanüstü faydalı öngörüler sunabilir.

Bir ETS Nasıl Kurulmamalı?

Bu satırların yazarı 2005-2008 yılları arasında merkezi Danimarka’daki AB kurumu olan Avrupa Çevre Ajansı (EEA) iklim değişikliği ve enerji biriminde proje yöneticisi ve Türkiye masası sorumlusu olarak çalışmıştı. EEA çevre konularında güvenilir veri ve bilgi sunan, üye ülkeler ve Birlik için değerlendirme raporları hazırlayan ve politika geliştirmede Komisyon’a destek sağlayan, Türkiye’nin de tam üye statüsüyle dahil olduğu bir AB kurumudur. EEA’da çalıştığım bu dönem tam da AB ETS’nin uygulamaya başladığı döneme denk gelmişti.

İlk başta samimi düşüncemi paylaşayım. AB ETS sistemi bütün yanlışlıklara, aksiliklere ragmen, çok cesurca atılan bir adım, samimi ve nihayetinde emisyon azaltımı noktasında başarılı bir uygulamadır. Ancak, AB ETS birinci pilot dönemi ve hemen devamında bu piyasada yaşanan gelişmeler, doğrusunu söylemek gerekirse “bir ETS nasıl KURULMAMALI” konusunda örnek teşkil edilecek nitelikte. Dahası, AB ETS’nin kurulduktan sonra başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.

Bilindiği gibi, dünyanın en büyük bölgesel karbon pazarı olan AB ETS, 2005 yılında ilk pilot uygulama olarak kurulduğunda, Birliğin emisyon azaltma konusunda en önemli silahı olarak görülüyordu. AB iklimle mücadelenin ilk başlarından itibaren seragazı azaltımını sağlamak için karbonun fiyatlanmasına öncelik verdi. Karbonun fiyatlanması için, orijinalde ilk düşündükleri enstrüman “karbon vergisi” idi. Ancak vergi uygulaması oldukça zor, vatandaşları ve siyatçileri ikna etmek daha zordur. Dahası, vergi uygulamasının Konsey’de kabul edilmesi için “oybirliği” gerekli iken “Emisyon Ticareti Sistemi” uygulaması kararları “oyçokluğu” ile alınabildiği için, AB karbon fiyatlaması aracı olarak ETS uygulamasında karar kıldı. İronik olan başka birşey ise, 1997 Kyoto Protokolü’ne bu piyasa temelli “esneklik mekanizmalarını” daha sonra anlaşmadan çekilen ABD getirmişken, o dönemde AB bu tür karbon ticareti uygulamalarına şüpheyle yaklaştı. Daha sonra, ABD’de başarıyla uygulanmış olan “Sülfür Emisyonu Ticareti”ni örnek alarak 2005 yılında AB ETS kuruldu. İlk aşaması pilot uygulama olan AB ETS, şu anda 3. aşama uygulamasında ve yapılan birçok reformlardan sonra 2021 başında dördüncü aşamaya geçecek.

“Why EU ETS Has Been So Successful?”

“EU ETS Neden Bu Kadar Başarılı?”

Piyasa temelli bir yaklaşım olan emisyon ticareti sisteminin uygulama noktasında farklı türleri mevcut. AB’nin uyguladığı sistem sınırla-alsat (cap and trade) mantığını esas alıyor. Bu sisteme göre, yetkili organ Birlik içerisinde ilgili yıl için sisteme dahil edeceği işletmelerin önceki yıl performansını esas alarak belli bir emisyon miktarı sınırı getirir. Daha sonra işletmelere o yıl içerisinde maksimum kirletme hakkı veren emisyon tahsisi (permi) ile belli bir kota getirilir. Toplam emisyon kotası hesap birimi olarak belirlenen ve ton başına birim permi anlamına gelen EUA (European Emission Allowance) ile ifade edilir. EUA permi miktarı ilgili sektördeki işletmelerin geçmiş yıllarda saldıkları karbondioksit emisyonu esas alınarak belirlenir. İşletmelerin belirlenen kotanın üzerine çıkması durumunda, artırdığı kadar emisyon permisini ETS içerisinde azaltım sağlamış olanlardan satın alması sağlanır. Aksi takdirde, işletmeler teslim günü geldiğinde belli bir ceza (AB ETS’de ton başına 40 euro) ödemek zorunda kalır. İşletmelerin, bir önceki yıl emisyonlarını esas alarak belirlenen bu permi miktarlarını, Avrupa Komisyonu, pilot dönemde özellikle üye ülkelerle işbirliği içerisinde belirledi. Bunun ne kadar büyük bir sorun olduğuna biraz sonra değineceğim. Bu dönemde tahsis edilen permiler, sayısı yaklaşık 11.500 olan işletmelerin tümüne ücretsiz olarak dağıtıldı.

Herhangi bir malın ticaretinde olduğu gibi, emisyon piyasasının başarılı olmasında, arz ve talebin dengeli bir şekilde oluşması ve buna göre fiyatların istikrarlı bir şekilde seyir izlemesi hayati derecede önemlidir. Şekil 1 özellikle Pilot döneminde EU ETS piyasasının nasıl bir seyir işlediğini gösteriyor. İlk yılın hikayesini kısaca anlatalım.

EU-ETS piyasası 1 Ocak 2005 tarihinde ton başına 8 eurodan işlemlere başladı. Sistem görüleceği gibi devam eden aylarda çok güzel işledi. EAU fiyatları 2015 yılının tümünde ve 2016 yılı başında sürekli yükselme trendindeydi. 2006 yılı başlarında EUA fiyatları bir ara 30 euronun üzerine çıkmıştı. Dolayısıyla kirletici firmalar cezalandırılıyor, sistem başarıyla işliyordu. Bu dönemde, AB bürokratları katıldıkları her etkinlikte sunumların başlığını gururla şu şekilde atıyordu: “Why EU ETS Has Been So Successful?” (EU ETS Neden Bu Kadar Başarılı?). Sistemin iyi işlediğinin en önemli göstergesi haliyle 2005 yılına ait işletmelerin “gerçekleşen emisyon salımları” ve kendilerine bir yıl önce tahsis edilen emisyon permilerinin karşılaştırılması ile görülebilecekti. Komisyon kendilerine teslim edilen bu gerçekleşmiş emisyon miktarı ve permileri her yıl 15 Mayıs’ta kamuoyuna duyurmak zorunda. Buna göre, işletmelerin azaltım yapıp yapmadığı belli olur. Emisyon tahsislerinin raporlanması, doğrulaması yapılmış gerçekleşen emisyonların hesaplanması ve kayıt işini, bizim kurum EEA ve Komisyon ortak yapıyordu ve Nisan 21 itibarıyla tüm kayıt raporları Komisyon’un elindeydi. İşte ilk ciddi sorun o zaman farkedildi. Neredeyse tüm işletmelerin teslim ettiği gerçekleşen emisyon miktarları kendilerine verilen emisyon permisinin altındaydı. İşin aslı, birçok ülkenin diretmesi ve yanlış yönlendirmesi sonucu işletmelerin bir önceki yıl şişirilmiş emisyonlarını esas alan Komisyon çok cömert permi dağıtmış, dolayısıyla işletmeler 2005 yılında emisyon azaltmadığı halde ellerinde bolca emisyon permisi kalmış, yani piyasada arz fazlası oluşmuştu. 21 Nisan 2005 Cuma akşamı Komisyon’da görevli bürokrat bizlere gönderdiği mailde “Bu konuyu kamuoyu ile paylaşmamamızı, çaresinin aranacağını” söylese de, işlemlerin başladığı hafta başında EUA fiyatları 29 eurodan önce 18 euroya ve spekülasyonların devam etmesiyle 15 Mayıs’a kadar dokuz euroya kadar düştü. 15 Mayıs günü Komisyon’un duyurusunda, bunun ilk tecrübe olduğu ve bundan sonra gerçekleşen emisyonlara göre işlem yapılacağı için sürecin daha gerçekçi ve şeffaf olacağını duyurmasıyla fiyatlar tekrar 15 euro civarlarına yükseldi. Bu dönemden sonra AB bürokratlarının meşhur sunumlarının başlığı “What went wrong?” (Hata neredeydi?) şeklinde değiştirildi ve ne tür önlemler alınacağı konuları bolca işlendi. Ancak daha sonraki yıllarda bu aşırı arz sorununun çok büyük olması ve emisyon permilerinin 2008 sonrası başlayacak ikinci dönem için bankalama (bir sonraki döneme aktarma) işlemine izin verilmemesi nedeniyle EUA fiyatları 2006 yılında yine çöktü ve nihayetinde 2007 sonunda 0.03 euro ile sıfırlandı.

Şekil 1: AB ETS fiyatları, 2005-2007 Pilot Dönemi ve 2. Dönemi

Kaynak: Avrupa Çevre Ajansı, eea.europa.eu

Lessons to Be Learned!!!

“Öğrenilmesi Gereken Dersler”

Bu dönemden sonra AB bürokratlarının sunumlarının başlığı şu şekilde oldu “Lessons to be Learned!!!”. İlk pilot dönem sonrasında, kanaatimce, “öğrenilmesi gereken dersler” şu şekildeydi:

– İşletmelerin başlangıçtaki mevcut emisyonlarının gerçekleşenden çok daha fazla hesaplanması ve bu nedenle kirletme haklarının (permilerin) cömert bir şekilde dağıtılması.

– İlk uygulamada karbon permilerinin işletmelere bedava dağıtılması.

– Azaltımların bir sonraki döneme aktarım hakkının (banking) verilmemesi.

EU-ETS’de pilot uygulama döneminde yaşanan en temel sorun, sisteme dahil olan işletmelerin sahip olduğu emisyon permilerinin her yıl arz fazlasına yol açması ve bu nedenle fiyatların sürekli düşük kalması. Buna neden olan en başlıca etken de, emisyon permisi dağıtılırken tek yetkili bağımsız bir organ yerine Komisyon’un tüm AB ülkeleriyle ortak çalışmasıdır çünkü karar mekanizmasında yer alan ülkeler kendi sınırlarındaki işletmelerin temel alınan emisyonlarının abartılı olmasına göz yumarak, birçok ihmal ve tavize yol açması. Bu çok-başlılık sorununu gören Komisyon, Kyoto dönemine rast gelen 2008 sonrası için öncelikle ülkeleri devre dışı bıraktı ve emisyon permi dağıtımında tek yetkili merci haline geldi. Ayrıca, pilot dönemde emisyon kayıtları ulusal kayıt sicili ile üye ülkelerdeyken, tüm yetkiler Komisyon’da olacak şekilde Birlik Sicili oluşturuldu ve bu sayede bir standardizasyon ve şeffaflık sağlandı. Bunlara ek olarak, sonraki fazlar için emisyonların aktarılması kararı alındı ve permi dağıtımında en azından bir kısmının ihale yöntemi (auctioning) ile yapılmasını zorunlu kılındı.

Ancak, 2. Dönemde de başgösteren yeni öngörülemeyen sorunlar yine EUA fiyatlarının aşağı yönlü olmasına yol açtı.

Şekil 2: AB ETS Fiyatları, 2012 sonrası dönemler

AB ETS fiyatlarını ikinci dönemde en fazla olumsuz etkileyen faktör meşhur 2008 krizidir. Ekonomik kriz bilindiği gibi en çok AB ülkelerini etkiledi ve etkisi uzun yıllar sürdü. Şekil 2’de görüleceği gibi, bu ekonomik daralmanın sonucunda EUA fiyatları 2008 yılında Temmuz ayında 25 euroyu gördükten sonra 10 euronun altına indi. Daha sonrasında fiyatları daha da aşağıya baskılayan ikinci faktör ise diğer esneklik mekanizmaları olan Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM) ve Ortak Yürütme (JI) kredilerinin AB ETS’ye dahil olan işletmelerce azaltım yükümlülüğünden düşülmesi için kullanımına izin verilmesi oldu. Bilindiği gibi özellikle CDM, Kyoto Protokolü’nde emisyon azaltımı almamış gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerin geliştirdiği azaltıma yönelik proje ve uygulamalarının karşılığında kazandığı kredi birimleridir. AB, bu ülkeleri azaltıma yöneltmek için teşvik ve desteğini göstermek amacıyla halisane bu kredi birimlerini AB ETS içinde kullanmayı uygun gördü. Aksi takdirde, bu esneklik mekanizması için işlevsel büyük bir pazar yaratılamayacaktı. Ancak, bu uygulama yine EUA fiyatlarının aksine işledi. Çünkü, aşırı miktarda CDM kredisi sunulması ile AB ETS piyasasında arz-fazlası sorunu daha da şiddetlendi. Bir diğer neden ise AB’nin bu dönemde teşvikler sayesinde yenilenebilir enerji uygulamasında başarılı olması. Özellikle CDM ve JI kredileri bolluğu nedeniyle 2012 yılında EUA fiyatları beş euronun altına düştü ve 2012-2018 başına kadar sürekli 10 euro altında seyretti. Haliyle bu derece düşük fiyatların, temiz enerjiye dönüşümü sağlama noktasında etkisi düşük kaldı ve birçok kişi ve kurum tarafından eleştirildi. Ancak, piyasanın “Market Stability Reserve” kuralı gibi yeni reformları ile 2018 sonrası EUA fiyatları önemli bir yükselme gösterdi ve fiyatlar şu günlerde 25 euronun üzerinde seyrediyor. Bu hızlı yükseliş nedeniyle 2019 yılında AB ülkelerinde örneğin ciddi şekilde kömür kullanımı pahalılaştı ve elektrik santralları başta olmak üzere tüm sektörlerde kömür kullanımı ciddi oranda düştü. Yapılan son araştırmalara göre AB ETS sayesinde, ticarete konu olan sektörlerde karbon emisyonları %29 azaltılabildi.

6. Madde’nin İçinde Ne Var?

Bu yazıda özellikle ilk pilot uygulama dönemini anlatmayı amaçladığımız için daha sonraki dönemde yapılan önemli reformlara burada detaylıca değinmiyorum. Zaten amacımız, ilk pilot uygulamada ne tür sıkıntılar yaşandığını gösterip, Paris Anlaşması tarafından öngörülen 6. Madde tartışmalarına bir ışık tutmaktı.

Özetle, yukarıda kısaca değindiğimiz problemlerden görüleceği gibi, pilot uygulama ve devamında sistemin işleyişini engelleyen ve sağlıklı bir piyasa oluşamamasının temel nedenleri (i) fiyat oynaklığı, (ii) yönetişim sorunları ve (iii) izleme sorunları ile alakalı konular.

Paris Anlaşması’nın 6. Maddesi bilindiği gibi sadece bir sayfalık bir metin. Ancak Anlaşmanın yapıldığı 2015 yılından bugüne kadar hâlâ içeriğinin tam olarak ne olduğuna yönelik net bir uzlaşı sağlanamamış ve son COP25 toplantısı neredeyse bütün enerjisini bu maddeye ayırdığı halde ilk defa sonuçsuz bir müzakere olarak tarihe geçti.

Her ne kadar, Paris Anlaşması 6. Maddesi özelde karbon piyasalarını içeriyor olsa da aslında uluslararası işbirliğinin nasıl olacağının genel çerçevesini de çizmesi açısından özel bir öneme sahip.

6. Madde’nin içeriğine baktığımızda özetle üç çeşit işbirliği mekanizması olduğunu görürüz. Burada tanımlanan gönüllü işbirliği türlerinden ilk ikisi karbon piyasalarını içeriyorken, üçüncüsü isminden de belli olacağı gibi “piyasa-dışı yaklaşımları” ve bu şekildeki işbirliğini kast ediyor. Kısaca değinmek gerekirse, karbon piyasalarını içeren 6.2 Maddesi, ülkeler arası ticareti tanımlamakta ve nispeten yukarıda bahsettiğimiz AB ETS ya da Kyoto Protokolü’nde tanımlanan uluslararası ticaret sistemine benziyor. 6.4 Madde ile tanımlanan ikinci mekanizma ise, dünyanın herhangi bir yerinde kamu veya özel sektör tarafından sağlanan emisyon azaltımlarının ticareti için BM organı tarafından yönetilen yeni bir uluslararası karbon pazarı yaratacak. Bu ikinci mekanizma yukarıda bahsettiğimiz CDM türü kredi ticareti işbirliğini içeriyor. 6.8 Madde ile tanımlanan üçüncü mekanizma ise, emisyon ticareti olmayan ya da sıcak bakmayan ülkeler arasındaki “kalkınma yardımları” gibi işbirliğini geliştirmek için tasarlanan bir sistem.

Yukarıda bahsettiğim ilk iki madde kolaylık olsun diye ilki AB ETS’ye, ikincisi CDM’e benzer ifadelerini kullandım. Ancak detayına baktığımızda aslında ciddi farklılıklar taşıdığını ve bu nedenle müzakerelerin çetin geçtiğini görebiliriz.

Örneğin, Kyoto protokolünde tanımlanan uluslararası emisyon ticareti ve AB ETS uygulaması, yukarıda bahsettiğim yaşanan tüm sorunlara rağmen, nispeten kolay anlaşılabilir bir uygulama çünkü bu sisteme göre, işletmelere ya da ülkelere hesaplanmış emisyonlarını esas alarak bir kota getirip, bu kotayı aşanlar emisyon permisi alacak, aşmayanlar ise satacak. Paris Anlaşması’nda ise her ülkenin BM’ye sunduğu INDC hedefleri farklılık gösteriyor. Bazıları belli bir yılı esas alarak net azaltım hedefi almışken, bazıları referans yılın altına inmeyi, emisyon yoğunluğunu azaltmayı, yenilenebilir enerji miktarını belli bir seviyeye çıkartmayı hedefliyor. Dolayısıyla 6.2 Madde ile tanımlanan uluslararası karbon ticaretinde emisyonların muhasebeleştirilmesi, bu öngörülen azaltımların nasıl emisyon birimine dönüştürüleceği ve emisyon transferinin nasıl yapılacağı konuları hala net değil. “6.4 Maddesi CDM’e benzer” dedik ancak burada da ülkelerin her birinin azaltım yükümlülüğü olacağı için, ulusal yükümlülük haricinde çifte sayım ve additionality gibi sorunlar nasıl aşılacak belli değil. Bütün bu karmaşıklık haliyle birçok sorunu beraberinde getiriyor.

Örneğin, müzakerelerde en fazla tartışılan konulardan birisi “hot air” konusu. Hot air kavramı, ülkelerin seragazı emisyonu azaltımı çabası göstermediği halde ya da üç kağıtla azaltım yapmış gibi göstererek talep ettiği azaltımı ifade ediyor. Örneğin, Türkiye gibi birçok ülke NDC hedefi olarak 2030 yılına kadar hiçbir önlem almadan (business as usual) gerçekleşecek emisyonları “şu oranda aşağı indireceğim” gibi taahhütlerde bulunuyor. Bu hedefler yanlış, yani aslında abartılmış ve hiçbir çaba sağlanmadan ulaşılacak hedeflerse, bunun neticesinde azaltım sağladığını iddia edip 6.2 Madde’ye göre karbon permisi satacaksa, çevresel etik açısından bu kabul edilemez. Yapılan çalışmalar, küresel ölçekte mevcut NDC kaynaklı hot air miktarının 20 milyar birim emisyona karşılık geldiğini belirtiyor. Dahası, Kyoto döneminde gerçekleştirilen 4 milyar birimlik CDM/JI kredileri ve başta Rusya ve Ukrayna olmak üzere bir kısım ülkeler geçmiş dönemde iddia ettikleri 15 milyar birimlik AAU azaltımlarını 2020 yılı sonrası karbon piyasasında kullanmayı talep ediyorlar. Geçmişten kaynaklı hot air ve gelecekte abartılı, yanlı NDC’den kaynaklı hot air sorunu 40 milyar birimlik ciddi bir sorun ve kabul edilemez. Aksi durumda, AB ETS döneminde bahsettiğimiz benzer sorunlar ortaya çıkacak ve ciddi arz fazlası yaratılacağı için yeni dönemde oluşacak fiyatların da uzun dönemde çok düşük kalmasına yol açacak.

Bu anlamda, emisyonların muhasebeleştirilmesi, azaltım miktarlarının doğru hesaplanması, kayıt sisteminin doğru ve şeffaf olması, geleceğe yönelik transferler konusunda limit ve süre getirilmesi gibi konular hayati derecede önem arzediyor.

AB ETS uygulamasında görüldüğü gibi eğer düğme ilk baştan yanlış bağlanırsa, sistemin düzeltilmesi mümkün olmuyor ya da çok sancılı oluyor. Bu anlamda her konuda riskler hesaba katılıp bir anlaşmaya varılması çok büyük önem arzediyor. O nedenle COP25’te anlaşma olmaması belki de iyi oldu ve umarız bir yıl boyunca bu sorunlar aşılıp yeni sağlam, işlevsel bir anlaşma ile neticelendirilir.

Ve Türkiye…

Son olarak Türkiye ve karbon piyasası hakkında kısaca birkaç konuya değinmek istiyorum.

Bilindiği gibi Türkiye, Kyoto döneminde ve şimdi Paris Anlaşması sürecinde hep ürkek ve aşırı ihtiyatlı davrandığı için karbon piyasaları konusunda bu süreçlerin oldukça gerisinde kaldı. Süreci geriden takip etmek de haliyle altyapı ve kapasite oluşturma konusunda sıkıntılara yol açmakta. Türkiye’de karbon piyasalarına yönelik tek tecrübe “gönüllü karbon piyasası” ile yaşanabildi. Gururla belirtmek isterim ki, Türkiye’de 2007 yılından itibaren başlayan “gönüllü karbon piyasaları” oluşumunda şahsımın da katkısı olmuştu. O dönemde gayrinizami olarak gönüllü karbon piyasası sürecini başlatan yine özel sektör olmuştu ve kamu kesiminde bu piyasanın ülkenin resmi duruşunu ciddi sıkıntıya uğratacağı düşünülüyordu ve ciddi bir direnç vardı. Benim EEA’da çalışırken bu konuyla ilgili gönderdiğim bir olumlu bilgi notu Çevre Bakanlığı’nda ilgiyle karşılanmış ve acil Türkiye’ye çağrılmıştım. O dönemki Çevre Yönetimi Genel Müdürü, yapılan toplantıda niçin gönüllü karbon piyasalarının ülke duruşu için sorun olmayacağını gerekçelendiren bir sunum yapmamı istedi. Büyük çoğunluğu konuya olumsuz bakan bürokratların olduğu bu toplantının çok stresli geçtiğini unutmuyorum. Ama nihayetinde genel kanaat kırıldı ve ülkede gönüllü emisyon piyasaları izni çıktı. Bence bu gönüllü piyasa uygulaması oldukça güzel sonuçlar da doğurdu. Bu sayede, ülkede azaltım sağlayıcı projeler yapıldı, piyasanın ne olduğu konusunda uzmanlık ve kapasite gelişimi sağlandı. Örneğin, emisyon azaltım faaliyetlerinin nasıl projelendirileceği, emisyonların izlenmesi, raporlanması ve doğrulanması (MRV) konularında hem bakanlık hem de özel kurumlar nezdinde önemli ilerlemeler sağlandı. Şimdiye kadar hiç resmi azaltım yükümlülüğü almamış Türkiye’nin, gelecekte bir ETS kurulması söz konusu olursa, bu tecrübe sürece ciddi katkı sağlayacak.

İkinci paylaşmak istediğim nokta da şudur: Uzun yıllardır artık Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde ülke içinde bir ETS sistemi kurulması konusu ciddi olarak düşünülüyor. Bu konuda kurumsal ve hukuki düzenlemelerle ilgili altyapı çalışmaları da yapılıyor. Ancak, bu konuda eksiklik olarak gördüğüm bir konu var. Maalesef karbon piyasaları konusunda kamu ile çevreci sivil toplum örgütleri ve uzman akademisyenler arasında sinerji oluşturacak bir ortam oluşamıyor. Bunun bir nedeni kamunun bu uzmanlarla fazla işbirliğine gitmemesiyken, diğer nedeni de özellikle çevreci STK ve akademisyenlerin çoğunlukla karbon piyasasına mesafeli yaklaşımları. Son yıllarda, Türkiye’de iklim konusunu çalışan çok zeki ve kapasiteli akademisyenler-uzmanlar mevcut. Birçoğu yakın dostum olan bu arkadaşlarımızın ortak özelliği ihlaslı çevreci oluşları ve genellikle piyasa-temelli araç olan karbon ticareti konusuna olumsuz yaklaşmaları. Bu nedenle, maalesef, akademik açıdan karbon piyasalarını esas alan fazla çalışma yapılmıyor. Bunun sonucunda da, 6. Madde’nin içeriği, karbon piyasalarının Türkiye için önemi, ne tür azaltım yaratma potansiyeli yaratabileceği, altyapısının nasıl olması gerektiği, uluslararası piyasalar ile entegrasyonu gibi konularda yol gösterici değerlendirmeleri göremiyoruz. Umarım gelecekte bu konularda yeni ve rehberlik eden kapsamlı çalışmalar ve işbirliklerini daha yaygın olarak görürüz.