;
Diğer

“Kadınların Topraktan Uzaklaştırılması Gıda Krizini Şiddetlendirebilir”-2

Adıyaman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaseti Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Kentleşme ve Çevre Bilimleri’nden Dr. Ezgi Kovancı, kadınların tohumların seçilmesi, saklanması ve nesilden nesle aktarılması konusunda büyük bir rol oynadığını hatırlatarak, “Ancak mülkiyet sahibi olma oranları oldukça düşük. Söz sahibi olamadıkları bir topraktan bahsediyoruz” diyor.  

YAZI: Gülce DEMİRER

Kadınların topraktan uzaklaştırılması nedeniyle tarımla ilgili bilgiler nesilden nesle aktarılamıyor. Bunun yanı sıra tohumların seçilmesi ve korunması konusunda birincil sorumluluğa sahip olmaları gerekirken karar verme aşamasında konunun dışında tutuluyorlar. Gıda krizi tehlikesiyle beraber bu durumu toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde nasıl değerlendirirsiniz?

Tarım zaten geçmişten bu yana kadınların yönettiği, görünmez emek olarak kaldıkları bir alan. Mülkiyet sahibi olma oranları %10 ila %24 arasında değişiyor. Bu aslında çok düşük bir oran. Kadınlar bu tohumların seçilmesi, saklanması ve nesilden nesle aktarılması konusunda büyük bir rol oynuyor. Özellikle Muğla yöresinde, benim de sıkça şahit olduğum bir durum. Son zamanlarda kadınların mülkiyet sahibi olamamalarından dolayı bir şekilde neyin nasıl olacağına karar verememeleri de söz konusu. Söz sahibi olamadıkları bir topraktan bahsediyoruz. Bu nedenle önümüzdeki süreçlerde kadınların topraktan uzaklaştırılması gıda krizini daha da şiddetlendirebilir. Bazı ürünlerin belki de tamamen piyasadan kalkması veya  kısa vadede daha fazla verim elde edilebileceklerin tercih edilmesi gibi durumlarla karşı karşıya kalmamız mümkün.

Bu sorun sadece Türkiye’de de karşılaştığımız bir sorun değil. Örneğin kahve fiyatlarının iklim değişikliğine bağlı olarak ikiye üçe katlanması söz konusu. O bölgelerde ilk bu sorundan etkilenecek kişiler kadınlar olacak.

Birçok kadın çiftçinin karşılaştığı en önemli sorunun tarımsal amaçlar için sulama suyuna erişime çok az sahip olduğu ya da hiç olmadığı için, tamamen yağışa bağımlı olması…

Su çok önemli bir sorun. Güneydoğu ve Doğu Anadolu gibi bölgelerde su kaynaklarının azalması ve bunun yönetilmesindeki sıkıntılar en çok kadınları zor durumda bırakıyor. Kadınlar suya tarlada, bahçede ihtiyaç duydukları gibi, ev içi sorumluluklarını yerine getirirlerken de ihtiyaç duyuyorlar. Bir ailenin bu anlamda yükünü çeken, o suyu temin etmek zorunda kalanlar yine kadınlar. 

Örgütlenme deneyimleri de oldukça ilginç. İkizköy’deki veya İkizdere’deki direnişlerin en ön safhalarında kadınları görebiliyoruz. Kadınların örgütlenme deneyimlerini iklim adaleti ve toplumsal cinsiyet bağlamında nasıl okuyabiliriz?

Adaletsizlik toplumsal cinsiyet bağlamında olduğu kadar ülkeler arasında ve hatta kuşaklar arasında da mevcut. Greta Thunberg bunun örneğidir. Geleceğimiz çalışıyorsunuz diyen bir kuşak var. Yetişmekte olan nesil bir öncekine nazaran daha bilinçli. Kıt kaynakların tükenmekte olduğunun farkında. Çevre konuları hem politikada hem literatürde hep düşük politika olarak sınıflandırılmış durumda. Geçmişe baktığımızda da kayda değer çalışmalarda hep kadınların öncü olduğunu görüyoruz. Örneğin Rachel Carson. İklim kriziyle birlikte eril biçim de sorgulanıyor. Kadınların iklim krizi konusunda erkeklere nazaran bu adaletsizliğe daha çok başka kaldırdığını söylemek mümkün. Geçmişte de bunun örneklerini kendi ülkemizde yaşadık. Kadınlar bu politikaların çok önemli unsurları. Neyi nasıl yönetebileceklerine dair çok ciddi bir bilgiye ve beceriye sahip olmaları ve bu krizin etkilerini daha fazla hissetmeleri nedeniyle bu direnişlerde de ön saflarda yer almalarını yadırgamamak lazım.