;
Politika

İklim Krizi, Halk, Aydınlar ve Türkiye

iklim krizi

Türkiye tekrardan normalleşir, yurttaşları dibe çeken sosyal-kültürel-ekonomik kaygılar biraz zayıflarsa, toplumsal cinsiyet ile birlikte çevre-iklim-enerji başlıklarının önümüzdeki dönemin politik tartışmalarına ve rekabetine damgasını vuracağını söylemek kahinlik sayılmaz herhalde. 

YAZI: Dr. Barış Doğru / İklim Haber ve EKOIQ Yayın Yönetmeni

Her araştırma bize bir şeyler söyler ama biz bakış açımıza göre bunu farklı farklı yorumlarız. 5 yıldan beri İklim Haber ve KONDA’nın işbirliğiyle “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri 2022 Araştırması”nın sonuçlarına baktığımda ben aynı şeyi görüyorum: Türkiye toplumu, çeşitli nedenlerle, iklim krizi konusunda, tahmin ettiğimizin üzerinde bir farkındalığa sahip: İklim değişikliğinin varlığını inkar etmiyor (%98); iklim değişikliğinin insan etkisiyle olduğunu düşünüyor (%78); iklim değişikliğinden endişe duyuyor (%83). Ve bu oranlar her yıl düzenli olarak artıyor. Ama iklim değişikliğinin temel sebeplerini çok da iyi bilmiyor. Fosil yakıtların bu konudaki payından yeterince haberdar değil; yeşil alanların tahribini bu konuda birincil neden olarak görüyor. Ama yaşadığı yerin yakınında termik ve nükleer santral görmek istemiyor; en çok güneş ve rüzgar santrallarını tercih ediyor.

Böyle bir halkın parçası olmak ister miydiniz diye sorsaydınız, emin olun ABD’li veya Alman bir iklim aktivisti üzerine atlayabilirdi. Ama biz biliyoruz ki, hâlâ termik santral inşa eden; termik santrallarda kullanmak üzere linyit gibi son derece kalitesiz bir kömürü çıkarmak için en değerli ormanlarını mahveden; ülkenin en önemli kenti sayılan İstanbul’un akciğerleri Kuzey Ormanları’na havaalanı ve otoyollar inşa eden; Rusya orijinli bir nükleer santral yapımını milli gurur vesilesi haline getiren; orman alanlarını “üstün kamu yararı için” imara açmaya yönelik kararnamelerin ardı ardına geldiği; daha da kötüsü bunlara çok sınırlı bir yurttaşın tepki verdiği bir ülkede yaşıyoruz.

Peki bu nasıl oluyor? Yanıt vermek o kadar kolay değil. Başta söylediğim gibi, araştırmalar birçok şey söyler ama bunlardan herkes başka başka sonuçlar çıkarabilir.

13 yılı aşkın süredir sürdürülebilirlik ve iklim alanında çalışan bir sosyal bilimci-iletişimci olarak, bu verilerin önümüzdeki dönemde önemli sonuçlara yol açacağını ancak şimdilik, halkın küçümsenmesi mümkün olmayan sosyoekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal kaygılarının girdabında gözden kaçıp gittiği yönünde. Ve bunda geniş kitlelerden çok, insanlara önderlik etmesi gereken aydınların, siyasetçilerin ve kanaat önderlerinin eksikleri rol oynuyor.

Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için 2022 araştırması kapsamında, biraz da önümüzdeki seçimleri düşünerek bir soru yönelttik yurttaşlara: “Partilerin/adayların Çevre/İklim/ Enerji konusundaki politikaları oy tercihinizi etkiliyor mu?”

Araştırma sonuçlarına göre, her üç kişiden biri parti veya adayların çevre ve iklim konusundaki politikalarının oy tercihlerini etkilediğini söylüyor. Eğitim seviyesi arttıkça, “çevre ve iklim konu- sundaki politikalar oy tercihimi etkiler” yanıtını verenlerin oranı da artıyor.

Üç kişiden biri hiç de azımsanmayacak bir oran olarak kabul edilebilir. Ancak ortada çevre-iklim-enerji politikalarını mantıklı ve anlamlı bir biçimde harmanlayarak tutarlı bir politik söylem oluşturma konusunda önemli bir eksiklik olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

14 Mayıs seçimlerine yaklaştıkça, Millet İttifakı’nın açıkladığı Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde ve özellikle de Kemal Kılıçdaroğlu’nun vaat ve söylemleri kapsamında bu alana yönelik bazı belirgin noktalar ortaya çıkmaya başladı. Oldukça geç kalınmış ve bütüncül politika yönelim ve söylemlerinin parçası kılınmamış bu çabaların bugün oy kazandırıp kazandırmayacağını bilmek imkansız ancak Türkiye tekrardan normalleşir, yurttaşları dibe çeken sosyal-kültürel-ekonomik kaygılar biraz zayıflarsa, toplumsal cinsiyet ile birlikte çevre-iklim-enerji başlıklarının önümüzdeki dönemin politik tartışmalarına ve rekabetine damgasını vuracağını söylemek kahinlik sayılmaz herhalde. Hep beraber görecek ve yaşayacağız.

Araştırmanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.