;
Ekonomi

“Enerjide Dönüşümün ve Sanayileşmenin Öncüsü Rüzgar Olabilir”

rüzgar

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB) Başkanı İbrahim Erden, rüzgar sektöründe faaliyet gösteren birçok büyük şirketin, artan maliyetler nedeniyle tek tedarikçi ülkeye bağımlılığını azaltarak tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve salgın benzeri dönemlerde yaşanabilecek riskleri en aza indirmek istediğini söylerken pek çok üreticinin operasyonlarını Türkiye’ye kaydırmak istediğini belirtti.  

YAZI: Bulut BAGATIR

TÜREB’in yayımladığı son verilere göre, 2021 yılında devreye alınan 1.796 MWm ile Türkiye’nin rüzgar kurulu gücü toplam 11.101 MWm’e ulaştı. Halihazırdaki 2053 karbon nötr hedefi ve potansiyeli de düşünülünce Türkiye’nin rüzgarda hedeflemesi gereken kurulu güç hangi noktada olmalı? 

Öncelikle an itibarıyla yaklaşık 12.000 MW kurulu güç seviyesine geldiğimizi söyleyebilirim. 2009 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’mız tarafından yapılan çalışmaların bugünün gelişmiş rüzgar teknolojisine ve uzman üyelerimizin güncelleyerek yaptıkları hesaplamalara göre karasal rüzgarda 100 bin MW’ın üstünde, deniz üstü (off-shore) rüzgarda ise yaklaşık 15-20 bin MW arasında bir potansiyelimiz mevcut görünüyor. Yani biz daha bu potansiyelin henüz 10’da birini ülkemize kazandırmış durumdayız. Gerekli adımların hızla atılması durumunda ise Türkiye rüzgar sektörü yılda en az 3 bin MW kurulu gücü toplam enerji kurulu gücümüze ekleyebilecek durumda. Dolayısıyla, sizin de bahsettiğiniz gibi karbon hedeflerimizi de düşünerek her yıl en az 3000 MW ek kurulu güç gerçekleştirmeyi hedeflemeliyiz. Bu şekilde, 2030 yılında asgari 30 GW rüzgar kurulu gücüne ulaşmayı başarabilir, sonraki yıllarda yapılacak yeni yatırımlarla rüzgar potansiyelimizi daha fazla kullanabiliriz.

Pandemiyle beraber artan bir ekonomik kriz zamanında rüzgar enerjisine yapılan yatırımları nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin rüzgar enerjisi potansiyeli yatırım fırsatları kapsamında neler vadediyor? 

Pandemi iş yapış biçimlerini de, yatırım yönelimlerini de beklenmedik biçimde değiştirdi. Pandemi sırasında özellikle yakıta ihtiyaç duymayan yenilenebilir enerji santrallarının sorunsuz biçimde enerji üretmeye devam etmesi fosil yakıta ihtiyaç duyan santrallara göre bu tesislerin avantajını ortaya çıkardı. Rüzgar enerjisi zaten önemi artan ve daha da artması beklenen bir sektördü. Pandeminin getirdiği sıkıntılar bu konuya verilen önemi kat kat artırdı, çünkü hep bahsettiğimiz şekilde; iklim krizi ve enerji arz güvenliği yenilenebilir enerjiyi mutlak surette gerektiriyor. Rüzgarda ciddi bir yatırım iştahı olmasına karşın şebeke yatırımlarının artması ve bağlanabilir rüzgar kapasitesinin artırılması büyük önem arz ediyor. Öte yandan ekonomide hem dünyada hem de ülkemizde yaşanan dalgalanmalar ve kurlardaki oynaklıklar, proje fizibilitelerini, dolayısıyla yatırım kararlarını etkiliyor. TÜREB olarak bu alanlarda sektörün beklentilerine, günün gereklerine ve yakın gelecekteki ihtiyaçlarımıza uygun düzenlemelerin yapılması amacıyla karar verici kuruluşlarla yakın çalışmalarımızı kesintisiz sürdürüyoruz.

Yaşanan son gelişmeler rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının yanı sıra bu kaynaklara dair ekipmanların üretilmesinin de önemini gösterdi. IEA, yakın bir zaman önce güneş enerjisine dair ekipman üretiminin Çin’de yoğunlaşmasının önemli bir risk taşıdığını duyurdu. Buna benzer bir risk rüzgar enerjisi için de geçerli olabilir. Rüzgar türbini üretiminde Türkiye hangi noktada bulunuyor? 

Tedarik zincirinde yaşanan dalgalanmaları ve olumsuzlukları dünya yakın zamanda en yoğun olarak Covid-19 kapanmaları döneminde hissetti. Yalnızca güneşle ya da şöyle söyleyelim; yalnızca enerji sektörüyle de sınırlı kalmadı bu olumsuz etkilenmeler. Ama evet, rüzgar sektörü olarak biz de bundan payımızı aldık. Yine de bu durum, güçlü sanayimiz sayesinde Türkiye için bir fırsata çevrilebilecek durumda. Yeni yönetimimizle birlikte yaptığımız temaslarda gördük ki rüzgar enerjisi alanında da güneşteki kadar yoğun olmasa da bir Uzakdoğu yoğunluğu mevcut ve bu durum üreticiler için lojistik ve maliyet risklerini artırıyor. Uzakdoğu’da ve özellikle Çin’de yoğunlaşmış rüzgar enerjisi tedarik zincirinin Covid-19 sonrası dönemde Batı’ya ve özellikle de Türkiye’ye yönlendirilmesi konusunda Batılı sektör devlerinin düşünceleri var.

Pek çok üretici operasyonlarını Türkiye’ye kaydırmak istiyor. Türkiye’de halen yedi kule, dört kanat, iki jeneratör ve çok sayıda da farklı komponent üreten fabrika mevcut. Rüzgar sektöründe faaliyet gösteren birçok büyük şirket ise artan maliyetler nedeniyle tek tedarikçi ülkeye bağımlılığı azaltarak tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve salgın benzeri dönemlerde yaşanabilecek riskleri en aza indirmek istiyor. Biz de TÜREB olarak bu durumu ülkemizin lehine çevirebilmek adına bir yol haritası hazırladık. Bu amaçla baharda Bilbao’da düzenlenen WindEurope Rüzgar Kongresi’nde yabancı heyetlerle derinlemesine görüşmeler yaptık ve bazı kararlar alarak hayata geçirdik. Bizim ana hedeflerimiz kapasite arzının artırılması ve ayrıca rüzgar sanayimizde derinleşme. İzmir ve Ege Bölgesi rüzgar sanayisinde başı çektiği için haziran ayında bölgeye iki günlük teknik bir gezi düzenledik ve ilgili bakanlık temsilcilerimizle, düzenleyici kuruluşlarla karşılıklı fikir alışverişinde bulunduk. İnşallah eylül ayı sonunda da Hamburg’ta WindEurope etkinliğine çok büyük bir heyetle katılacağız. Amacımız halen ülkemizde türbin yatırımları bulunanlar da dahil olmak üzere türbin üreticilerine ülkemizin sunduğu avantajları anlatmak olacak. Böylelikle bu gibi yoğun çalışmaları devam ettirerek rüzgarda bölgesel ve daha güçlü bir merkez haline gelebiliriz.

Diğer yenilenebilir enerji sektörleri ile kıyasladığımızda rüzgar sektörü endüstrileşme bakımından nasıl bir pozisyona sahip? 

Çok daha güçlü, hızlı adapte olabilen, yalnızca rüzgar sektörüne özel değil, başka birçok kritik sektöre yönelik çözümlerin, örneğin kompozit çözümlerin de geliştirilebildiği bir alan rüzgar sanayii. Öncü, bir nevi lokomotif sektör olarak kabul edebiliriz rüzgarı. Bir zamanların otomotiv sektörüne benzetebiliriz bu anlamda. Otomotivin gelişmesi nasıl bağlantılı kritik sektörlerin gelişimine de ortam hazırladı ise rüzgar endüstrisi de aynı şekilde oldukça geniş bir ekosistemin öncülü. Ayrıca dijitalleşme açısından da yenilenebilirde en ön sıradaki sektör diyebiliriz. Özellikle pandemi dönemi bunu hepimize net olarak gösterdi.

Dünya bir enerji kriziyle boğuşuyor. Yenilenebilirlere ve özelde rüzgara dair dünya bu krizden nasıl dersler çıkartmalı? 

Şu anda yaşadığımız krizin iki boyutu var: Biri iklim krizinin dayattığı zorunluluklar, diğeri ise enerji arz güvenliği boyutu. Her ikisinin de bizi kaçınılmaz olarak götürmesi gereken –ve götürdüğü– yer daha fazla yenilenebilir enerji üretimi yapmak. İklim krizinin etkilerini giderek artan ölçüde yaşadığımız ortada. Üstelik coğrafya da fark etmiyor. Tüm dünyayı ve canlıları, bütün bir yaşamı tehdit eden hayati bir krizle karşı karşıyayız.

Çok hızlı adım atılması gerekiyor ama Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, iklim krizi konusunda en kararlı ülkeleri dahi bir anda durdurdu. Çünkü enerji arz güvenliği konusu öne çıktı. “Kışın insanlar nasıl ısınacak? Aşırı sıcaklarda klimaları çalıştıracak enerji bulabilir miyiz? Enerjiye en çok ihtiyaç duyan sanayiler durur mu, bunun sonucu olarak ekonomik kriz derinleşir mi?” gibi sorular şu anda en öncelikli sorunlar haline geldi ve kısa vadeli çözümler yanında uzun vadede bir daha tekrarını nasıl önleyebileceğimize dair çözümler tartışılıyor. Tüm bu sorular belki öncelikle Avrupa’yı ilgilendiriyor gibi görünse de artan enerji maliyetleri tüm ülkeleri etkiliyor ve bu sorun istisnasız her ülke için ön planda yer alıyor. Dolayısıyla enerji bağımsızlığı ve enerji arz güvenliğinde yenilenebilir enerji “anahtar çözüm” olarak daha da görünür hale geldi, kaçınılmaz olarak. Burada çözüm noktasında da rüzgar ve güneş ilk iki sırayı paylaşıyor. Rüzgar genellikle gelişmiş sanayiye sahip olmak açısından güneşten daha önde gidiyor, dolayısıyla kritik rolü daha uzun süre devam edecek. Enerjide dönüşümün ve sanayileşmenin öncüsü rüzgar olacak, diyebiliriz.