;
Diğer

Amasra’da Termik Santral Yok, “Galla” Var-2

Kömür madenciliğine karşı tarımsal verimliliği, toplum sağlığını, doğal çevreyi ve canlı yaşamını koruma mücadelesinin verildiği Batı Karadeniz ili Bartın, ilçesi Amasra’daki termik santral direnişine kararlılıkla devam ediyor.

YAZI: İ.Burak Yalçınyiğit

Kadınlar Pazarı hakkında daha fazla bilgi almak istediğimizde Büşra Baltutar bunun doğru telaffuzunun yerel ağızdaki söyleniş biçimi olduğu uyarısını yaparak pazarın önemini açıklıyor:

“Galla Pazarı’nda erkek satıcı yok diyebiliriz. Kadınlar kendi yetiştirdikleri ürünleri gelip orada yine kendileri satıyor ve kendi emekleriyle ekonomik özgürlüklerini garanti altına alıyor. Yani hem kadının tarımda, hem de tarımın kadının hayatında oynadığı rol büyük.”

Bartın ilinin merkezinde kurulan Galla Pazarı yaklaşık 200 yıldır ailesini geçindiren, ek gelir yaratan veya kendine gelir sağlayan kadınların buluşma noktası. Aynı isim ve tertipte daha küçük bir başka pazarın da Amasra ilçesinin merkezinde yaşatıldığını hatırlatalım. Büyük ölçüde bahçelerde yetişen ürünlerin ve evlerde hazırlanan gıdaların sergilendiği bu pazarlarda el işleri de yer alıyor.

Ayşe Baltutar evlere ve tarla ya da bahçelere akıtılan kadın emeğinin ısrarla görmezden gelinmesinin, bu pazarlar sayesinde Bartın’da o kadar kolay olmadığını vurguluyor:

“Bir kadın o pazarda sattığı ürünle kendi parasını kazanabiliyor. Bu bağlamda bir erkeğe ihtiyacı olmadığını görebiliyor. Mesela kadın, bir kıyafet ya da bir eşya, araç/gereç almak için eşinden para istediğinde ‘Hayır, ne gereği var?’ gibi cevaplarla karşılaşmak yerine, kendi alın teriyle kazandığı para sayesinde istediğini satın alma imkanına sahip şu anda.”

Bununla birlikte toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir kadının ömür boyu yoksulluk yaşaması anlamına gelebileceğini iyi bilen Gülizar Kaçan her şeyin başladığı yere, yani ailelere yönelik olarak şunları söylüyor:

Ailelerde mal varlığı büyük ölçüde erkek evlada miras kalıyor. ‘Kız malı ne yapacak, nasılsa biriyle evlenecek ama erkek evinin direği olacak’ diye düşünülüyor. Kızlar bahçe ve ev işlerinde çalışmaya yönlendiriyor. Bu işleri erkeklerin yapamayacağı söyleniyor. Erkekler daha değerli görülüyor. Ama kız evlat evlendikten sonra da çile çekiyor. Anne oluyor ve evini geçindirmek için, çocuğuna bakmak için yine fedakarlık yapıyor. Bu kadınlar hasta da olsa, ameliyatlı da olsa orada burada gündelik işlerde çalışıyor, amelelik yapıyor. Aileler bunları düşünmüyor; ‘Artık evlendi, bizden çıktı, ne yaparsa yapsın’ diye bakıyor.”

“Kadın Hak Ettiğini Kazanırsa Her şeyden Önce Bir Erkeğe İhtiyaç Duymaz”

Baltutar kardeşler pek çok kadının aile bütçesine katkı yapması halinde bile ‘ev hanımı’ diye anılmalarına tepkili. Kendilerini dinlediğimizde anlıyoruz ki, eleştirdikleri şey bir kadının ev işleriyle uğraşması değil, evde sarf edilen kadın emeğini saygısızca değersizleştiren bir erkek bireyin, kendini bir kadın birey karşısında ailenin asli unsuru sayması. Hayat boyu yakın çevresinde ve sosyal yaşamda eğitim ve iş bağlamında önü kesilmiş bir kadın bireyin, evli olsa da olmasa da ev işlerinde göz kamaştırıcı bir ustalık geliştirebileceğini kabul eden Baltutar kardeşler, buna karşılık işsiz sayılmalarının ev kadınlarına kimse tarafından maaş ödenmemesini meşrulaştırdığı görüşünde. Üstüne tartıştıkları şey, Türkiye’nin önemli sorunlarından biri ve sanki köleliğe denk geliyor.

Büşra Baltutar: “Ev hanımı olmak bir mesai. Sonuçta evde bir sürü sorumluluk var ve bunun büyük kısmını kadınlar üstleniyor. Ancak bu mesainin ekonomik anlamda bir getirisi yok.”

Tuğba Baltutar: “Kimileri ev hanımlığını meslek olarak kabul ediyor ama bence öyle değil. Meslek olması için size bir kazanç sağlaması, hayat içinde sizi ileri bir aşamaya taşıması, getirileri olması gerekiyor. Ev hanımıyken devamlı evde kalırsınız, ev işlerini yaparsınız varsa çocuğunuzu büyütürsünüz ama bir maddi kazancınız olmaz. Bu, kişi için bir zaman kaybı haline geliyor; böyle meslek olmaz.”

Büşra Baltutar: “Yani ev hanımlığı kişiye pek bir söz hakkı ya da özgürlük sağlamıyor. Bu bağlamda mesela çiftçilikle para kazanmaları kadınlara özgürlük getiriyor.”

Tuğba Baltutar: “Eğer kadın yaptığı işten hak ettiği kazancı alırsa her şeyden önce bir erkeğe muhtaç olmuyor. Anlaşmazlıklarda, yol ayrımlarında ya da bir boşanma söz konusu olduğunda, emekçi bir kadın gelirine güvenerek hareket edebiliyor. Dolayısıyla kadının emek verdiği işin süreçlerinde ön planda olması gerek. Bu zaten çok normal, çok güzel bir şey.”

“Kadın emeği” denince “kadın siyasetçi” imgesinden söz açmak istiyoruz ancak Büşra Baltutar konuyu İstanbul Sözleşmesi’ne getirerek cinsiyet eşitsizliği ile sınıf eşitsizliğinin iç içe yaşandığına vurgu yapıyor:

“Aslında kadın/erkek siyasetçi diye ayırmadan önce şunu düşünmeli: Kişi her ne işle uğraşıyorsa ve hangi pozisyonda olursa olsun işini daha doğru, daha şeffaf, daha nizami şekilde yapmaya çalışmalı. Yönetimler kadın cinayetleriyle ilgili düzenlemelere öncelik vermeli. Ne var ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadınların söz hakkının kısıtlanması ve böylece kadın emeği üstündeki sömürü mekanizmasının devam etmesi anlamına da geliyor.”

“Anne, Neden Orada Hakkını Savunmadın?”

Tuğba Baltutar da İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin, ekonomik özgürlük için uğraşan ve toplumsal yaşamda, siyasette öne çıkmak isteyen kadınların yolunu tıkayan mekanizmanın doğal tepkisi olduğu görüşünde:

“Kadınlar hayatta daha çok söz sahibi olsa, yeni nesilleri yönlendirme imkanları daha çok olsa toplum daha iyi durumda olabilirdi. Bugün ülkemizde ve dünyada yönetimlere baktığımızda kadınların fazla temsil edilmediğini görüyoruz. Kadınlar daha fazla söz sahibi olduğunda her şeyin daha iyiye gideceğini düşünüyorum. Fakat kadınların iş sahibi olması ve kendi ayakları üstünde durması işine gelmeyen, bunu istemeyen ve çoğunluğu erkek olan bir kesim var. Bence kadınlar ön planda yer alamasın, haklarını arayamasın, erkeklerin kontrolünde kalsın diye, bilerek böyle yapıyorlar. Başka bir açıklama bulamıyorum çünkü hak, hukuk nedir bilen normal bir bireyin bu sözleşmeyi kabul etmeme imkanı yok. Yeni düzenlemeler yapılacağı söyleniyor ama kadın cinayetleri ve kadınlara zarar veren tutumlar devam ediyor.”

Ayşe Baltutar ise, son yıllarda kadınların hak ve özgürlüklerine giderek daha çok sahip çıkmasının toplumsal yaşamda ve siyasette daha çok söz sahibi olmalarıyla sonuçlanacağı görüşünde. Bu ilerleme devam ettikçe kadın cinayeti, tecavüz, çocuk istismarı gibi sorunların daha çabuk çözüleceğini düşünen Ayşe Baltutar, yaşanmakta olan değişimin kökünün sağlam olduğunu ifade ediyor:

“Bilinçli kadınlar hakkını alıyor. Mesela bundan 10 sene öncesine dönersek böyle değildi. O zamanlar kadınlar kazandıklarını eşlerine vermek zorunda kalıyorlardı. Ama o zamandan bu yana kadınlar daha bilinçlendi. Kendi kazandığını elinde tutmasını öğrendiler. Bence bunda gençlerin giderek daha fazla yüksek öğretime gitmesinin büyük payı var. Kendi annelerini bilinçlendirdiler. Mesela benim kızlarım ‘Anne, neden orada hakkını savunmadın? Şunu şöyle yapsaydın hakkını alırdın’ gibi şeyler söylüyor. Başka köylerdeki kadınların çocukları da bilinçlenip annelerine destek verdiği için, bence artık kadınlar haklarını daha iyi savunuyor. Sonuçta hakkımızı almamız için uğraşmamız gerekiyor.”

Peki toplumsal cinsiyet, tarım/gıda, kadın emeği, iklim/çevre gibi sorun odaklarıyla dolu bir dünyada kadın siyasetçiler ne fark yaratabilir?

Amasralı kadın çiftçilere yönelttiğimiz bu son soruya Gülizar Kaçan yanıt veriyor:

Yöneticiler Kadınlar ne yaşar, ne çile çeker; eşi çalışmıyorsa ekmeğini, aşını nasıl yapar’ diye düşünmüyor. ‘Tarım ve hayvancılık niye bitti, kusur çiftçide mi yoksa bizde mi?’ diye sormalılar. Kadın, kadının dilinden anlar. Bir kadın siyasetçi de çiftçi kadınların sorunlarını, beklentilerini, isteklerini daha iyi anlar; bir kadının neden çalışıp çabaladığını bilir. Yine de bu konuda cinsiyet üstünden bir ayrım yapmak istemiyorum. Elini vicdanına koyup ‘Bu ülke nereye gidiyor’ diyen insanların çıkmasını diliyorum. Yöneticilerin sorunlarımızı anlamak için biraz bu uğraştığımız işlerin içine girmeleri gerek. Siyasetçi de olsanız, gazeteci de olsanız dışarıdan bakarak bu işleri anlamazsınız; ne sorun olduğunu, neye ihtiyaç olduğunu, nelerin yapılabileceğini göremezsiniz. Sorunları çözmeye soyunacak kişinin iyi araştırma yapması lazım. Bu konular üstüne bilimsel çalışma yapılsın.”