Efsane Cuma indirimlerinin ardından yılbaşı alışverişlerinde de rekorlar beklenirken, tüketimin büyük bölümünü yine kıyafetler oluşturuyor. Hızlı modanın ‘‘ultra fast fashion’’a evrildiği bu dönemde, sürdürülebilir modanın gerçekten mümkün olup olmadığı tartışma konusu. Uzmanlara göre sorunun temelinde, moda endüstrisinin sürekli daha fazla ürün satma ve büyüme ısrarı yatıyor. Markalar, sürdürülebilirliği çoğu zaman bir pazarlama ya da maliyet azaltma aracı olarak ele alıyor. Değişim için hem markaları denetleyen güçlü yasal düzenlemelere hem de tüketicilerin satın alma güçlerini bilinçli kullanmalarına ihtiyaç var.
Kasım ayındaki Efsane Cuma (‘‘Black Friday’’) indirimlerinin yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde 11,8 milyar dolarlık alışverişe yol açmasının ardından, yılbaşı alışverişlerinde de yeni rekorlar bekleniyor. Satın alınan yılbaşı hediyelerinin neredeyse yarısını ise kıyafetler oluşturuyor.
Hızlı modanın ‘‘ultra fast fashion’’a (aşırı hızlı moda) evrildiği ve tüketimin hız kesmeden arttığı bu dönemde, sürdürülebilir modanın ne ölçüde mümkün olduğu tartışılıyor. Milano Politeknik Üniversitesi (Politecnico di Milano School of Management) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Karaosman’a göre sorunun temelinde, moda endüstrisinin sürekli daha fazla ürün satma ve büyüme ısrarı yatıyor.
Sürdürülebilirliğin ancak işletme modelinde radikal bir dönüşümle mümkün olabileceğini vurgulayan Karaosman, neredeyse yarım yüzyıl önce ortaya atılan bu kavramının hâlâ doğru anlaşılmadığına dikkat çekiyor.
Markaların sürdürülebilirliği çoğu zaman masrafları kısmaya ya da pazarlama amacıyla çevreci görünmeye indirgediğini belirten Karaosman ‘‘-mış gibi yaparak nasıl biraz daha yeşil görünebileceğimizi bulmaya çalışıyoruz,’’ diyor ve uyarıyor: Sürdürülebilirlik, küçük ve yüzeysel değişikliklerle sağlanamaz.
Karaosman’a göre, bir markanın tek amacı kârını artırmak ve hesap verdiği tek paydaş da hissedarları olduğu sürece bu sistemin dönüşmesi mümkün değil. Bu nedenle hem marka beyanlarını denetleyecek güçlü yasa ve yönetmeliklere hem de tüketicilerin birer paydaş olarak satın alma güçlerini bilinçli kullanmalarına ihtiyaç var. Bu da yalnızca iyi üretim yapan markaları desteklemeyi değil; mümkün olduğunca az ürün satın almayı, az ve öz tüketmeyi, ürünlere iyi bakıp onararak uzun yıllar kullanmayı gerektiriyor.
Doç. Dr. Hakan Karaosman’ın konuya dair İklim Masası’na yaptığı değerlendirme şu şekilde:
“Endüstri Sürdürülebilirliği Arka Plana Atıyor”
‘‘Sürdürülebilir bir moda üretimi mümkün ama bunun olabilmesi için sistemin ve işletme modelinin radikal bir şekilde değişmesi gerekiyor. Tasarım çok önemli bir yerde duruyor; eğer moda tasarımını bir araç olarak kullanırsak, modanın yaratacağı katma değer ve pozitif değer artabilir. Ama buradaki olay tasarımı ve üretim süreçlerini entegre edebilmek.
Sürdürülebilirlik bir vizyon; bir-iki pratik değişiklikle veya süreç değişimiyle başarılabilecek bir değişimden söz etmiyoruz. Aslında sürdürülebilirlik, ekonomik kaynakların kullanımı sırasında sosyal ve çevresel kaynakların zenginleşmesi demek. Öyle bir harmonizasyon yaratmak gerekiyor ki, bir şeyi üretirken yarattığımız negatif etkiyi azaltmanın yanı sıra pozitif etkimizi artıralım.
Üç tane çok büyük bileşen var: Ekonomi, sosyal kaynaklar ve çevresel kaynaklar. Burada moda çok önemli bir yerde duruyor çünkü moda ekonomisinin ana bileşenleri doğal hammadde ve insan. Hâl böyle olunca, bu endüstrinin sürdürülebilirliği bu kadar arka plana attığını görmek beni şaşırtıyor.
“Küçük Değişikliklerle Sürdürülebilir Olamayız”
Çok açık söyleyeceğim: Bu kapitalist sistemde, ‘Nasıl daha fazla para kazanırız?’ çok merkezi bir soru. Fakat ‘ekonomi’ ve ‘ekoloji’ kelimeleri aynı kökten geliyor. ‘Eko’, Yunanca’da ‘ev’ demek olan ‘oikos’tan geliyor. Biz bu evi nasıl bir arada tutabiliriz ki yaptıklarımız dünyayı mahvetmesin? Bu süreci daha iyi anlamamız gerekiyor.
Oysa sürdürülebilirlik vizyonunu anlamadığımız gibi, sürdürülebilirliği yalnızca risk azaltma aracı olarak kullanıyoruz. ‘-Mış gibi’ yaparak nasıl biraz daha ‘yeşil’ görünebileceğimizi bulmaya çalışıyoruz. Fakat sürdürülebilirlik bu değil. Bir-iki ufak değişimle sürdürülebilir olamayız.
Sürdürülebilirlik Kârlılığı Artırma Aracı Olarak Görülüyor
Son 30 yıldır maalesef şunu yanlış anladık: Sürdürülebilirlik bir ekonomik araç değil. İşletmelerin kârı yükselsin diye, masrafları azaltmak için kullanabileceğimiz bir araç değil. Oysa sürdürülebilirliği ne yazık ki ekonomik indikatörlerle ölçmeye çalışıyoruz. Böyle olunca da yaptığımız her şeyin karşısında verimlilik oluyor; sürekli verimliliği artırmaya çalışıyoruz.
Bütün işletme modellerinin altında ekonomik modeller ve KPI dediğimiz performans ölçüm birimleri var; bunlar hep ekonomik indikatörler. Bu nedenle sürdürülebilirlik de bu çerçevede ölçülmek üzere geliştirildi, evrildi. Fakat bunun sonucunda da 2025 yılında hâlâ bir risk azaltma aracı olarak kaldı.
Dünya, sürdürülebilirlik kavramını hâlâ anlayabilmiş değil. Oysa bugün iklim değişikliğinin sonuçlarının ne kadar kritik boyutlara geldiğini netlikle görebiliyoruz. Her yazın bir öncekinden sıcak olduğunu görebiliyoruz. Sadece iklim değişikliği de değil, dünyanın bir sürü farklı çevresel ve sosyal sorunları da var. Bu kavramı doğru anlayamadığımız için teker boşa dönüyor; bunca eforu boşuna sarf ediyoruz.
Sosyal Sürdürülebilirlik Geri Planda Kalıyor
Sürdürülebilirliği anlatmak çok önemli ama bir o kadar da zor. Ekonomik ve çevresel göstergeler sayı bazlı olduğu için ölçümü biraz daha kolay, ama işin içine sosyal bileşenler girince, o sosyal dönüşümü anlamak ve ölçmek zorlaşıyor. Bu yüzden çok tökezliyoruz ve sosyal sürdürülebilirlik çok geri planda kalıyor.
Moda endüstrisi, çalışan sayısının çok fazla olduğu bir endüstri. Bütün değer zincirinde 300 milyondan fazla insan çalıştığını biliyoruz; bunların birçoğu kadın. Özellikle tedarik zincirindeki kesim, dikim, paketleme, ütü gibi işleri yapan emektarların neredeyse tamamı kadın. İş gücünün bu kadar yoğun olduğu bir endüstride mutlaka sosyal konuları konuşmak gerekiyor. Ancak bu gibi toplumsal ve uzun vadeli konuların ölçümü de bir o kadar zor. Bu noktada çok ciddi bir sıkıntı var.
Yasalar ve Yönetmelikler Gerekiyor: AB Doğru Yolda
Markalar, sürdürülebilirlik konusunu bir pazarlama aracı görüyor ve bu amaçla kullanıyorlar. Bu çok riskli bir şey: Bir yanda birçok taahhüt var, diğer yanda ise bahsi geçen değişikliklerin yapılmadığını görüyoruz. Bir tarafta yeşil aklama yapanlar, diğer yanda ise işini doğru yapmaya çalışıp topluma anlatmadığı için yapmıyormuş gibi gözükenler var. Kısacası ortalık çok karıştı. Dolayısıyla toplumsal bilincin yanı sıra yönetmeliklere ve yasalara çok ihtiyacımız var.
Bu nedenle Avrupa Birliği’nin (AB) yaklaşımını çok destekliyorum: Yasaları, tüketiciyi korumaya yoğunlaştırıyor ve markaların diledikleri gibi beyanlarda bulunmasına izin vermiyorlar. Marka beyanlarının önce bilimsel olarak denetlenmesi ve onaylanması gerekiyor. Yoksa ‘karbon ayak izimi %30 düşürdüm’, ‘%18 geri dönüştürülmüş iplik kullandım’ gibi beyanlar, yanıltıcı oluyor.’’
Sorunun Temelinde “Büyüme Çılgınlığı” Var
Alışveriş yapan herkesin uzun uzun etiketleri okuyup anlamasını bekleyemeyiz. Tabii ki bilinçli olmak çok önemli, ama bir yandan da bilgiyi doğru ve sindirilebilir şekilde anlatmak gerekiyor. Aslında sorunun temelinde yatan şey, moda endüstrisinin daha fazla ürün satarak büyüme çılgınlığı.
Tüketiciler yalnızca bilgi bolluğu değil ürün bolluğu nedeniyle de şaşırmış durumda. Çok fazla koleksiyon var; her yıl 100 milyar ürün üretiliyor diyorduk, bu 200 milyara çıktı. Hayatımıza ‘ultra fast fashion’ – yani tüketici tercihlerine dair gerçek zamanlı veriye dayanarak hızla yeni ürün çıkarmaya dayanan ‘aşırı hızlı moda’ – kavramı girdi.
Bir markanın amacı yalnızca para kazanmak ve kârını artırmak olduğu sürece ve hesap vermeleri gereken tek paydaş hissedarları olduğu sürece, biz bu sistemi eviremeyiz. Elbette şirketler para kazansın, ancak para kazanırken tek amaç, hissedarların kârını artırmak olmasın. Çevreyi, doğayı, toplumu korumak da amaçlar arasında yer aldığında, o harmonizasyon daha kolay işliyor. Bunu yapan markalar var; tüketici olarak bu markaları anlamamız ve desteklememiz gerekiyor.
Sürdürülebilirlik Marka Giymek Değil, Az ve Öz Kullanmak
Tüketicinin en büyük gücü satın alma gücü; tüketici almazsa, markanın konuşacağı bir kitle yok. Aslında ‘tüketici’ de çok yanlış bir terim, biz aslında paydaşız. Paydaşların şunu da anlaması gerekiyor: Markalara ödenen yüksek fiyatlar, sürdürülebilirliği garanti etmiyor. En büyük moda markalarının da polyester kullandığını biliyoruz; satın alma süreçlerinin ne kadar yanlış yürütüldüğünü dönem dönem görüyoruz. Sürdürülebilirlik, marka giyinmek değil. Sürdürülebilirlik az ve öz kullanmak, güzel kullanmak, sevmek.
Niçin ürünleri uzun süre kullanmıyoruz? Niçin tekstil ürünlerini, sadece birkaç kez kullanıp yenisini almak üzere bertaraf edeceğimiz bir şey olarak görüyoruz? Bilinçli tüketelim. Marka olmasına gerek yok, %100 yün, %100 pamuk arayalım. Ürünleri onaralım, yama yapalım. Bunlar olmayınca sistem çok yanlış bir tarafa evriliyor.
Biz yerel aktörleri de büyük ölçüde kaybettik. Mahalle terzileri, ayakkabıcılar, sistemin dışına atıldı. Onların geri getirilmesi ve korunması için sistemin gerçek anlamda değişmesi gerekiyor. Umutluyum, ancak kolektif bilince ihtiyacımız var.
Markalar Üretimle Birlikte Sorumluluğu da Devrediyor
Şu anda moda endüstrisinde, kendi içinde üretim yapan neredeyse kimse yok. Hem lüks hem hızlı modada çok büyük bir çoğunluk tedarik zincirinde işini dışarıya yaptırıyor, yani taşeronlara gidiyor çünkü daha verimli, daha ucuz. Verimlilik kavramı burada yine karşımıza çıkıyor.
Ancak markalar fasona yalnızca üretimi vermiyorlar, sorumluluklarını da veriyorlar. Marka, kendi yapması gerekeni fasonundan bekliyor, fason da kendi fasonundan bekliyor.
Tedarik zincirleri çok karmaşık bir hale geldi, ancak bu bir bahane değil. Tedarik zincirlerinin karmaşık olmasının nedeni, işletme modelinin kâr odaklı olmasından, masrafları azaltmaya odaklanmasından kaynaklanıyor. Bahaneleri neden olarak kullanmayalım, onlar bizim işletme modelimizin sonucu. Eğer bu işletme modelini değiştirmeye hazırsak zaten sonuç da iyileşir: Girdiyi değiştirmeden sonucu değiştiremeyiz.
Markalar Al-Ver İlişkisinin Ötesine Geçmeli
Maalesef birçok moda markasının işletme modeli çıkara dayalı, yani al-ver ilişkisi. Böyle olduğu için de moda endüstrisinde ne yazık ki ilişki kuramıyoruz.
Türkiye, üretim anlamında çok önemli bir ülke. Belki yurtdışında bilinen markalarımız çok yok, ama önemli bir üretim ülkesiyiz çünkü Türkiye’de ham maddeden ana ürüne kadar tedarik zinciri çok kuvvetli.
Özellikle işini doğru yapan üreticilerin Türkiye’de kalması gerekiyor çünkü çok güzel ilişkisel bağlar kuruyorlar ve buna fasonlar da dahil. Türkiye’de çok önemli üreticiler var ve bunu iyi ilişkiler kurarak devam ettiriyorlar; geleceklerinin, fasonun geleceğiyle iç içe olduğunun farkındalar. Burada markaların biraz daha sorumlu olması, sürece daha fazla dahil olması lazım. Eğer yukarıdan, markadan gelen baskı veya işletme modeli, alt katmanlardaki ilişkiyi desteklemiyorsa, o üreticilerin şarampole yuvarlanmasına neden oluyor.
Markanın yaptığı şey, aldım-verdim matematiğiyle verimlilik ölçmek. Türkiye’de çok şahit oldum; işini çok doğru ve güzel yapan fason üreticilerin mevcut sistemde cezalandırıldığını düşünüyorum. Örneğin birçok küçük fason işletmesinde kadınları koruyan güzel inovasyonlar var ama üçüncü taraf denetimciler o üreticiye gittiğinde ne yapıldığını anlamaya çalışmak yerine çok standardize edilmiş sorular yöneltiyorlar.
Oysa İzmir’de olanla Şırnak’ta olan veya Vietnam’da, Kamboçya’da ya da Milano’da olan farklı. Her yerin sorunu ve durumu kendine özgü. Ama ekonomik verimliliği artırmaya çalışan işletme modellerini uygularken her şeyi standardize etmeye çalışıyoruz. Bu sefer gerçeği ölçemediğimiz gibi, işini iyi yapanları da ödüllendiremiyoruz.
Tasarımcılar Kaynakların Sınırlı Olduğunu İdrak Etmeli
Tasarımcıların da biraz gerçekle evrilmesi gerekiyor. Tasarımcılar, güçlerini iyi kullanmak istiyorlarsa, elimizdeki kaynakların sınırlı olduğu gerçeğini idrak etmeleri gerekiyor. Yoksa sonsuz kaynaklarla herkes tasarım yapar. Tasarımcının ne kadar yaratıcı olduğu, biraz da kaynakları sınırlı olduğunda bunları nasıl kullandığıyla ilgili.
Marka ismi vermeden anlatayım: Bir marka bir üreticiden belirli bir renk istiyor. Boyahanenin o rengi üretebilmek için su kullanması lazım. Ama aynı marka, su oranını da azaltacaksın diyor. Bu nasıl mümkün olacak?
Moda evlerinin içinde tasarım departmanlarının tedarik zinciri süreçleriyle el ele yürümesi lazım. Kalite yönetimi, satın alma, pazarlama, bunların hepsinin bir arada olması lazım ki kurumsal kültür, sürdürülebilirlik kavramıyla daha uyumlu hâle gelebilsin. Ama içeride olmayan kültür tabii ki dışarıya yansıyamıyor.




