;
Diğer

“1. Sınıf Tarım Toprakları Plan ve Programlarla Korunmalı”-2

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Yaban Hayatı Kıdemli Uzmanı Nilüfer Araç, 1. sınıf tarım topraklarının üst ölçekte, plan ve programlarla korunması gerektiğine inandıklarını belirtirken, “Toprağı korumak ve iyileştirmeye yönelik yenilikçi yaklaşımlarla topraklarımızın yeniden canlanmasını sağlamak ve aynı zamanda karbonu toprağa bağlayarak iklim değişikliği ile mücadele etmek mümkün” diyor.

 YAZI: Gülce DEMİRER

Çalışma koruyucu tarımın toprağın karbon tutma kapasitesini artırarak; gıda güvenliği ile ilgili pek çok sorunu beraberinde getirecek olan iklim krizine karşı bir mücadele aracı sağlayabileceğinden bahsediyor. Bunu biraz açabilir miyiz? Koruyucu tarımla birlikte toprağın onarılması adına hangi yöntemler raporda yer alıyor?

FAO tanımına göre koruyucu tarımın üç temel ilkesi şöyle: Toprak işlemenin en aza indirilmesi, toprak yüzeyinin daima organik örtü ile kapatılması ve ekim nöbetinde dahi ürün çeşitliliğinin sağlanmasıdır. Koruyucu tarımın üç ilkesini iklim krizi ile ilişkilendirmek gerekirse; toprak işlenmesinin en aza indirilmesi toprakta var olan karbonun toprakta kalmasını sağlar, toprak işlemesi için tüketilen yakıt miktarı azalır ve iklim krizi için önem taşıyan atmosferdeki karbon miktarı kısmen kontrol altına alınmış olur. Ekin kalıntıları veya örtü bitki kullanımı ise toprak yüzeyini adeta bir battaniye örtmüş gibi aşırı yağıştan, aşırı sıcak ve soğuktan ve rüzgarlardan korur. Aynı zamanda toprağın organik maddesini artırarak, su tutma kapasitesini de artırır. Örtü bitki veya malçlama topraktaki buharlaşmayı önleyerek iklim krizi ile birlikte son zamanda sıklıkla görülen kuraklığa da doğal bir çözüm olur. Bu şekilde toprak daha kolay tava gelir. Ekim nöbetinde baklagiller kullanıldığında havadaki azotun toprağa bağlanması sağlanır. Farklı istekteki ve kök yapısındaki bitkiler toprağın dengesini bozmadan, hatta ona katkı vererek yetiştirilebilir. Bu sayede iklim krizine etkisi büyük olan sentetik kimyasal gübreye olan ihtiyaç azalır.

Koruyucu tarım tanımının yanı sıra tarımsal ormancılık, agroekoloji, permakültür, toprak besin ağı yaklaşımı, bütüncül planlı otlatma, onarıcı tarım gibi yenilikçi yaklaşımların hepsi kompost, biyokömür ya da anıza ekim gibi stratejiler kullanarak sürdürülebilir toprak yönetimini önceliklendiriyor. Buradaki amaç doğadaki döngülerden ve sinerjilerden yararlanarak iklim krizine dirençli tarımsal sistemler kurarak tarımsal verimliliğin artırılması; tarımsal üretimin ve arazinin sürdürülebilirliğinin geliştirilmesi; çiftçi refahının artırılması ve ekosistem hizmetlerinin iyileştirilmesi gibi ekonomik, sosyal ve çevresel faydalar da elde edilmesi.

Tarım arazilerindeki tahribatın bir nedeni de tarım arazilerinin amaç dışı ve hatalı kullanılması. Sanırım termik santrallar da buna bir örnek olarak verilebilir. Termik santrallar bulundukları bölgedeki toprağı nasıl etkiliyor? Toprağa verilen zarar geri döndürülemez bir noktaya mı ulaşıyor yoksa biraz önce bahsettiğimiz çözüm önerileri burada da işimize yarıyor mu? Dünyada iyileştirme kapsamında buna benzer örnekler bulunuyor mu?

Kömürlü termik santralların bacasından çıkan partikül madde, kükürt dioksit ve azot oksit salımı ciddi boyutlarda hava kirliliğine neden oluyor. Öyle ki, HEAL Türkiye’nin tahminlerine göre 2019 yılında Türkiye’deki büyük kömürlü termik santralların yarattıkları hava kirliliği; 4.818 erken ölüm, 3.070 erken doğum, 26.500 çocukta bronşit vakası ve 3.230 yetişkinde yeni bronşit vakasına yol açtı. Söz konusu kirlilik tarımsal üretimi de olumsuz etkiliyor. Diğer yandan kömür başta olmak üzere fosil yakıtların kullanılmasıyla ortaya çıkan seragazları, iklim değişikliğine neden oluyor.

Bilim insanları iklim değişikliği ile biyolojik çeşitliliğin yok olabileceğine, suya ve gıdaya erişimde büyük sıkıntılar yaşanabileceğine ve buna bağlı salgın hastalık ve ölümde artış ortaya çıkabileceğine, aşırı hava olayları nedeniyle afetler ve dolayısıyla can ve mal kayıplarının artabileceğine, kuraklık nedeniyle tarımsal üretimin yapılamaz hale gelebileceğine; su ve gıda kıtlığının yayılarak  artabileceğine, dünyadaki 410 milyon insanın şiddetli kuraklığa maruz kalabileceğine, 49 milyon insanın ise yaşam alanlarının deniz seviyesi artışından etkilenerek sular altında kalabileceğine, sıcak hava dalgaları sebebiyle hassas gruplar hayatta kalma mücadelesi verirken buna bağlı salgın hastalık ve ölümlerin artabileceğine, günümüzde 500 milyon insanın yiyecek, koruma ve gelir ihtiyacını karşılayan mercan resiflerinin tamamının yok olabileceğine dikkat çekiyor..

Elbette kompost gibi uygulamalar ile toprakta biyoremediasyon, yani “mikroorganizmalar ile temizlik” yapmak mümkün. Ancak, termik santralların çevreye verdiği zararları tek bir sebep sonuç ilişkisine bağlamak ve bu çerçevede bakmak bizi yanıltabilir.

Bunun yerine konuya daha bütüncül bakarak sorunları çözmek yerinde olacak. Bu  bağlamda ülke genelinde önceliğimizin, tüm iyileştirici, sürdürülebilir tarım pratikleri yanı sıra doğal alanların, kıymetli 1. sınıf tarım topraklarımızın üst ölçekte, plan ve programlarla korunması gerektiğine inanıyoruz, kısa sürede bu önceliğin hayata geçirilmesini diliyoruz. Diğer yandan dünyada Elaine Ingham, Paul Stamets gibi uzmanların biyoremediasyon, yani biyolojik yöntemlerle toprak “temizleme ve iyileştirme” uygulamaları yaptıklarını biliyoruz.

Sağlıklı Toprak Hareketi projesinde ise, alt ölçekte; Türkiye’de buğday üretimi yapılan tarım alanlarında toprağın korunması için gerekli yöntemlerin belirlenmesi, toprak kalitesini iyileştiren önerilerin geliştirilmesi ve bu uygulamaların yaygınlaştırılmasını hedefliyoruz. Ülkemiz geniş bir coğrafyaya sahip ve her bölgenin kendine özgü sorunları var. Kamu, özel sektör, akademi ve sivil toplum birlikteliği ile ortak sorunlara sahip bölgelere, ortak çözüm önerileri geliştirmek en büyük dileğimiz.