;
Bilim Ekonomi Politika

“Turizm Çevreyi ve Hatta İklim Değişikliğini de Satabiliyor”

COVID-19 pandemisi turizm sektörünü daha önce yaşamadığı seviyede sorunlarla yüzleştirdi. Yalnız önümüzdeki tek problem pandemi değil. İklim değişikliği gibi daha büyük ölçekli bir kriz çoktan kapıdan içeri girdi. Aslına bakarsanız çözüm de gözümüzün önünde: Sürdürülebilir turizm. Ancak İsveç’teki Umeå Üniversitesi Coğrafya Bölümü ve Kuzey Kutbu Araştırmaları Merkezi’nden Cenk Demiroğlu, sürdürülebilir turizme geçişin pek de kolay gerçekleşeceğini düşünmüyor: “Turizmde sürdürülebilirliği sağlamak için çevresel maliyetleri giderirken sosyoekonomik faydalarını da gözetecek dengede, çok bilinmeyenli bir denklem ile uğraşmak gerekiyor.”

Yazı: Bulut Bagatır

COVID-19, turizm sektörüne ağır bir darbe vurdu. Bunun yanında iklim değişikliği gerçeği de kabul görmeye başladı. Yakın zamanlı bir araştırma, turizmin küresel seragazı emisyonlarına %8 katkısı ol­duğunu hesapladı. İklim krizi çağında, geleceğin turizm vizyonun­da temelde sürdürülebilirliğin yeni normal olması için gerekenler neler sizce?

COVID-19 süreci krizlere dayanıklılığı ile ünlü Türkiye turizmini bile derinden sarstı. 40 yıldır birçok yerel, bölgesel ve küresel şok ile karşılaşan sektör, içinde bulunduğumuz durumun daha önceki hiçbir sorunla kıyaslanamaz seviyede olduğunu belirtiyor. Ayrıca bunun bir sezonu değil, önümüzdeki sezonları da ilgilendirdiği ve kritik uyum adımları gerektirdiği de aşikâr. Dünya turizm akademisinde de birçok uzman bu kri­zin yıllardır sözü edilen ve kısmen uy­gulanan ya da uygulanamayan sürdürü­lebilir turizm dönüşümü için bir fırsat olabileceğini dile getiriyor. Ancak bu beklentinin çok da kolay olmadığı, hatta iklim krizi hesaba katılınca, iyice karma­şık olduğu da görülüyor.

Belirttiğiniz gibi 2018 yılında Nature Dergisi’nde yayımlanan bir makaleye göre, dünya turizm sektörünün küre­sel karbon ayakizine katkısı %8 ola­rak belirlendi ve daha önce Birleşmiş Milletler’in 2008 yılında %5 olarak he­sapladığı değer artarak güncellenmiş oldu. Buradaki farkın temel nedenle­rinden biri ulaştırma ve konaklamanın yanında, destinasyondaki turistik alış­veriş ve yeme-içme faaliyetlerinin daha dikkatli incelenmiş olması. Öte yandan turizmin küresel hasıla ve istihdama %10 gibi yadsınamaz bir ekonomik ve hatta sosyal katkısı da söz konusu. Bu katkı (tabii bazen bağımlılık derecesin­de olsa da), azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, özellikle küçük ada dev­letlerinde ve gençler ile kadınlar gibi istihdam ihtiyacı yüksek ya da temsili az olan kesimler için katlanarak yükseliyor. Dolayısıyla turizmde sürdürülebilirliği sağlamak için çevresel maliyetlerini gi­derirken sosyoekonomik faydalarını da gözetecek dengede, çok bilinmeyenli bir denklem ile uğraşmak gerekiyor.

Her ne kadar COVID-19 sürecinden sonra insanların doğayla daha sıkı iliş­ki kuracağı ve tatil seçeneklerini buna göre belirleyeceği (sınırların kapalı olması nedeniyle bu biraz da zorunluluk) konuşulsa ve umulsa da böyle bir yönelim size gerçekçi geliyor mu? İklim değişikliğini de hesaba katarak, büyük otellerde tüketmeye yönelik bir turizm konseptinden uzun vade­de insanların vazgeçmesini sağlayacak olanlar neler?

Öncelikle COVID-19 bir aydınlanma­ma mı sağladı yoksa korku salarak ref­leksler mi oluşturdu buna bir bakmamız gerekir. Bu konudaki araştırmalar de­vam ediyor ancak benim gözlemlediğim kadarıyla ikinci şık biraz daha gerçekçi. Yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde, havaların ısınmasıyla birlikte insanların tatil arayışlarının ve hatta hareketlilik­lerinin gittikçe hızlandığını görüyoruz. İnternette, henüz rezervasyona tam dö­nüşmese de, otel sorgulamalarına yöne­lik ciddi bir artış olduğuna dair veriler var. Şahsi kanım, ne bireylerin iradesi veya ilgisinin, ne de devletlerin gücü­nün turizmi dönüştürecek kapasitede olmadığı yönünde. Zaten bugün aşı bu­lunsa, konu yarın kapanır. Turizm daha önce de biyogüvenlik krizleri ile karşı­laştı. Belki bu kadar küreselleşmemişti ama çok daha ölümcül hastalıklar ortaya çıkmış ve Asya-Pasifik gibi önemli pa­zarlar ciddi şekilde etkilenmişti. Biz de Türkiye’de ve Avrupa’da bu krizleri ge­nelde ufak haberler olarak okuduk, geç­tik. Şimdi kendi başımıza geldi, peki ne yapıyoruz? Otel yerine yazlığa gitme, uçağa binme yerine arabaya binme pla­nı yapıyoruz. Yanlış mıyım? Bunlardan hiçbirini yapmıyor ve evde kalıyorsak nasıl bir dönüşüm yaşıyoruz? Genelde kilo almaktan şikayet ediyoruz. Bu bir aşırı tüketim göstergesi değil mi? Yine internetten yaptığımız alışverişler ve hatta Netflix gibi akışkan medya plat­formlarına talepteki katlanan artışlar ve bunların çevresel sonuçları, turizm ve seyahat sektöründeki çevresel kazanım­larımızı ne derece bertaraf ediyor?

Kız­dığımız uçaklar aylardır yerde yatıyor ancak küresel salımlarda bir yavaşlama olsa da, ciddi bir değişiklik olmadı ve yine rekorlara koşuyoruz. Bence bunun iki ana nedeni var. Tüketim nesneleri­mizde (geçici) bir değişiklik olsa da tü­ketim kültürümüzde çok da büyük bir paradigma değişimi yaşanmadı. Hatta sıkıldıkça daha da tükettik. Öte yandan biz ne yaparsak yapalım, enerji üretimi tarafında radikal dönüşümler olmadık­ça, en azından iklim adına, olumlu de­ğişmeler olabileceğini öngöremiyorum.

İkinci sorunuzun aslında yanıtı çok kar­maşık. Diyelim ki çevre ahlakı adına bireysel ve toplumsal dönüşüm güçlen­meye başladı. Bu durumda insanlar ne tür tatillere yönelecek? Turizm ürün­leri bu noktada kendilerini düzeltme ihtiyacı hissedecek mi, hissedecekse bunu nasıl gerçekleştirecek? Öncelikle tatilin bir kaçış dönemi olduğunu hatır­lamalıyız. Çevresel davranış açısından bakıldığında en “doğru” kişinin bile tatil esnasında biraz esnediğini görebiliriz. Bu konudaki bazı akademik çalışmalar, bu nedenle çevresel ahlaki dönüşümün en son gerçekleşeceği yerlerden biri­nin turizm alanında olacağını söylüyor. İşin arz tarafında ise, niyetimiz iyi olsa da seçeceğimiz ürün bizi yanıltabili­yor. Örneğin, birçok olumsuzluklarına rağmen kitle turizmi zonlama mantı­ğına dayalı olduğu için daha küçük bir ayakizi oluşturabiliyor. Çevreci kitleyi hemen adıyla bile cezbedebilecek eko­turizm ise, daha çok (ve genellikle de hassas) noktayı turizme kazandırdığı için ayakizini gezegenin her yerine ya­yabiliyor. Ekoturizmin genelde egzotik alanlara yoğunlaştığı düşünülürse, iklim açısından daha da ciddi bir sorun doğu­yor. Zira turizm salımlarının en büyük sebebi olan hava taşımacılığı daha faz­la teşvik edilmiş oluyor. Tüm bunların yanında, turizmin çevreyi ve hatta iklim değişikliğini de satabildiğini görüyoruz. Örneğin, son yıllarda iklim değişikliği­nin sembolü haline gelmiş kutuplara yönelik tatillerde çok ciddi artışlar var. Bu tatillerin farkındalığı artırdığı iddia edilse de, uzun uçak seyahatleri ve ana faaliyet olan ve yine turist başı salım­ları uçak yolculuklarından bile yüksek olan kruvaziyer gezilerinin ayakizleri sorulduğunda yanıtsız kalıyor. Üstelik iklim değişikliği “sayesinde” deniz buz­ları azaldığı için kutuplarda kruvaziyer turizmi artık daha kolay ve daha yaygın yapılabiliyor.

Turizm sektörü, genellikle mevcut ka­pitalist sistem içerisinde devamlılığını sağlamaya çalışan ticari unsurlardan ibaret. Dolayısıyla işin arz tarafından maddi bir dönüş olmaksızın eylem bek­lemek pek gerçekçi değil. Üstüne üst­lük bu unsurların birçoğu iklim değişik­liğinden olumsuz etkilenecek. Şu anda yaptığımız çalışmalar, özellikle yüzyılın ikinci yarısında kayak merkezlerinin ciddi kar sorunu yaşayacağını, kıyı destinasyonlarının ise termal konfor­larını da kaybetmenin ötesinde ciddi sağlık sorunları yaşatabilecek hisse­dilebilir sıcaklıklara ulaşacağını göste­riyor. Dolayısıyla aslında sektör kendi ticari iyiliği için de uyumun yanında azaltım eylemlerini gündeme almak ve hatta lobici olmak durumunda görünü­yor. Ancak azaltım ve ısınma arasındaki zamansal fark yüzünden, turizm tica­retinin 20-30 yıllık projeksiyonları için çok da fazla alarm çalmıyor diyebiliriz. Hatta bu eylem ihtiyacının tam aksine gelişmeler de görüyoruz. Örneğin, Nor­dik Yatırım Bankası, Grönland turizmi­nin sürdürülebilirliği adına yeni bir ha­vaalanının inşasını finanse ediyor. Yine Greta ve “uçuş utancı” teriminin ülkesi İsveç, bu yüzyılda ilk kez yeni bir hava­alanı açtı. Bunun da nedeni kayak tu­rizmi için yurtdışından daha fazla turist çekebilmek. Bu gibi durumlarda tüke­tici (ya da tüketmeyici) unsurlarına çok önemli görevler düşüyor. Ben de bu konuda değerli dostum Dr. Ethemcan Turhan ile birlikte, “küçülme” kavramı bağlamında “Protect Our Winters” gibi hem kayak camiasını temsil eden, hem de iklim eylemcisi ve lobicisi STK’ların gündemlerini ve etki düzeylerini araştı­rıyorum. Sonuçları biz de merakla bek­liyoruz.

Özetle, turizmi iklim krizinin kurba­nı, sebebi ve çözümü olarak gösteren çalışmalar, çözüm noktasına geldiğinde tıkanıyor. Örneğin “dönüştürücü turizm”den söz ediliyor. Kutup turizmi örneğindeki tatil sonrası farkındalığı artmış bireylerin amaçlanması gibi. An­cak bu tür alternatifler, gerek amaçla­rına ulaşma potansiyelleri, gerekse tril­yon dolarlık turizm sektörünün diğer türlerinin yerini tutabilme kapasiteleri açılarından bende soru işaretleri doğu­ruyor.

Pandemi nedeniyle özellikle uzun vadede milliyetçiliğin güçleneceği ve daha sıkı sınır kurallarının uygulana­cağına dair tartışmalar da var. Bu ve benzer varsayımlar sürdürülebilir tu­rizm açısından nasıl sonuçlar doğu­rur?

Evet, turizmde de şimdiden pandemi­nin siyasallaştırıldığına yönelik iddialar var. Örneğin, Avrupa Birliği’nin halen Türkiye’ye yönelik seyahat akışlarını gevşetmemesinin altında, öncelikle kendi üye ülkelerinin turizme bağ­lı sosyoekonomik çıkarlarını koruma gündemi olduğundan bahsediliyor. Bu yönelimler varsa ve devam etse, seyahat mesafeleri kısalır mı, salımlar azalır mı tam bilemeyiz. Fiyat gibi değişkenler yanında alternatif destinasyonların ne­resi olacağı çok önemli. Örneğin Ka­narya Adaları ön plana çıkarsa, salımlar artabilir bile. Ancak ben turizmin bu siyasal süreci pek dinleyeceğini sanmı­yorum. Dağıtım kanalları aşırı ulusla­rarası ve örneğin Türkiye’ye yönelik sı­nırlamalara ilk itirazlar turist gönderen Alman acentaların kendilerinden gele­cektir diye düşünüyorum.

İnsanların uzun bir dönem ekonomik, sınır yasakları ve güvensizlik gibi ne­denlerden dolayı tatile çıkamayacağı öngörülüyor. Turizm sektörüne dair yapılan araştırmalarda sektör paydaş­ları bu dönem sonrasındaysa büyük bir hareketlilik bekliyor. Sürdürülebi­lir turizm bu zaman aralığını nasıl en etkili şekilde kullanabilir? Günümüz­deki “boş” zaman aralığını sektör nasıl değerlendirdi?

Söz konusu hareketlilik beklentisini ben de paylaşıyorum. İnsanlar evlerinde da­raldıkça bu hareketlilik misli olarak geri dönecektir. Zamanlaması, pandemi sürecindeki gelişmelere bağlı. Kaldı ki turizm sadece plajlardan ibaret değil. İş, eğitim, inanç, sağlık ve arkadaş-ak­raba ziyareti gibi insanları turizme iten, alternatifi olmayan ya da pek kolay ol­mayan, birçok seyahat nedeni var. Hal böyleyken sektör kendini online beyin fırtınalarına ve eğitimlere adadı. Genel eğilim, bu süreci en az zararla atlatıp hijyen ve hizmet koşulları mükemmel­leştirilmiş bir şekilde dönecek talebi karşılamak. Sürdürülebilir turizme dö­nüşüm ise akademik gündemin zirve­sinde. Ciddi bir yayın üretimi var. An­cak sektör ve akademinin aynı gündemi paylaştığını şimdilik söyleyemeyiz.

Sektörün neler yapabileceğini dair konuştuk, konuşuyoruz. Biraz da tü­ketici kısmına dönelim. Yapılan bir araştırmaya göre Avrupalı turistler iklim değişikliğinin turizme getirdiği sorunları çözmek için az da olsa para harcamayı kabul ediyorlar. Deniz se­viyesindeki artıştan korunmak için günlük 8,6TL, denizanalarının artışını engellemek için de günlük 6,3TL ve­rebiliyorlar. Ancak seyahat sırasında uçak kullanımı veya tek kullanımlık plastiklerin kullanımı halen geçerli. Belli bir miktar para vererek bütün sorumluluklardan kaçınılabilir mi?

Sorunuzun cevabı politika-birey-tek­noloji üçgeninde ancak kolay değil. Bahsettiğiniz araştırmayı duymadım. Bu katkılar doğrudan mı, dolaylı mı yapılacak, bu önemli. Uyum çalışma­larında bile tüketicinin desteği sınırlı kalabiliyor. Örneğin kayak turizminde yapay karlama maliyetlerine destek olmak için tüketiciler bir noktaya ka­dar (özellikle dolaylı ise) tamam di­yor ancak sonrasında (ya da en başta) başka destinasyonlar bulma eğilimine yöneliyor ve belki de salımları artıyor. Yine azaltımın da dikkatli planlanması gerekiyor. Örneğin gelişmiş ülkelerde uzun mesafeli uçuşlara karbon vergisi eklenmesi, zaten iklim değişikliğinden en fazla etkilenen (fakat en az neden olan) ve en büyük geçim kaynakları turizm olan egzotik ada devletlerinin daha da kırılganlaşmasına neden olu­yor. Ayrıca bu karbon vergisi gelirleri­nin nereye gideceği de önemli. Nordik Yatırım Bankası örneğinde olduğu gibi bir başka “sürdürülebilir” havaalanı projesinin finansmanında mı kullanıla­cak? Dolayısıyla, uyum olsun, azaltım olsun, sekme etkileri ve doğru tahsis hususunu etraflıca dikkate almamız gerekiyor.