Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın TBMM Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmeleri öncesinde bir araya gelen Toprağımızı Vermiyoruz Platformu, doğayı ve yaşamı gözeten bir bütçenin mümkün olduğunu hatırlattı.
Toprağımızı Vermiyoruz Platformu üyeleri, bugün TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bütçesine ilişkin TBMM Dikmen Kapısı önünde eylem yaptı. “Betona değil, yaşama bütçe” başlıklı basın açıklamasına CHP Muğla Milletvekili Cumhur Uzun, CHP Bursa Milletvekili Orha Sarıbal, DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın da katılarak destek verdi. Açıklama sırasında “Sermayeye değil halka bütçe”, “Betona değil yaşama bütçe”, “Ormanlar, nehirler sermaye değiller”, “İklimi değil sistemi değiştir” sloganları atıldı.
Açıklama öncesinde yaşam hakkı savunucusu Halime Şaman, Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay’ın vefatının ardından baş sağlığı dileyerek konuşmasına başladı. Şaman, yarın TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek Çevre, Şehircilik, İklim Değişikliği Bakanlığı bütçesinin rakamdan ziyade yaşam alanlarına dokunan kararların “hayati” olduğunu vurguladı ve bu yüzden toplanarak söz söylemek istediklerini dile getirdi.
“Barınma Herkes için Temel Hak”
Açıklamayı okuyan Eskişehir Doğa ve Yaşamı Koruma Platformu’ndan Cevat Aydemir, şunları söyledi:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yarın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2026 yılı bütçesi görüşülecek. Sunulan bütçe; iklim krizinin geri dönüşü olmayan eşiklere hızla yaklaştığı, enerji ve maden politikalarıyla doğanın talan edildiği, kentlerin rant odaklı uygulamalarla yaşanmaz hale getirildiği ve toplumun afetlere karşı daha kırılgan bırakıldığı bir dönemde, halkı ve doğayı gözetmeyen, sermaye politikalarının devamını esas alan bir bütçe olarak karşımıza çıkmaktadır. Bakanlığın 276 milyarlık bütçesinin 111 milyarı yani yarısına yakını Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na ayrılacak. İnşaat faaliyetlerine yönlendirilen bu kaynak, barınma hakkını nitelikli ve toplumcu biçimde karşılamayı hedeflemediği gibi, bakanlığın fiilen TOKİ’nin finansman aygıtına dönüştüğünü de ortaya koymaktadır. Geçici barınma alanlarında yaşam koşullarının iyileştirilmemesinin yanı sıra, kalıcı konut üretimi adı altında tarım arazileri, sulak alanlar, zeytinlikler ve mandalina bahçeleri betona gömülmekte; mülkiyet hakkı ve yürürlükteki yasalar hiçe sayılarak bir inşaat ekonomisi işletilmektedir.”
Rezerv yasasıyla acele kamulaştırmaların önünün açıldığını, halkın arazilerine ve evlerine bir gecede el konulduğunu, deprem bölgesinde kira yardımlarının yetersiz olduğunu hatırlatan Aydemir, “Bu tablo, iktidarın barınma hakkına bakışının bir göstergesidir. Öte yanda, resmi rakamlara göre 53 bin 537 kişinin yaşamını yitirdiği, on binlerce binanın yıkıldığı deprem sonrası sorumlular ‘cezasızlıkla’ ödüllendirilmek istenmektedir. Bu adaletsizliği kabul etmiyoruz. Barınma herkes için temel bir hakken, zemin etütleri, bağımsız denetim mekanizmaları, yerinde dönüşüm, yoksulları ve kiracıları koruyan sosyal politikalar yerine yık-yap anlayışı bütçenin merkezine yerleştirilmiştir. Afet bütçesinin önemli kısmı ise yine inşaat şirketlerine aktarılacak; 2026 bütçesi rantı büyütmek için harcanacaktır” dedi.
“Bakanlığın Gerçek Gündeminde Hayati Alanlar Yer Almıyor”
2026 bütçesinde doğayı ve biyolojik çeşitliliği koruma, hava, su ve toprak kirliliğinin önlenmesi, havza planlamaları, orman ve kıyı ekosistemlerinin iyileştirilmesi için ayrılan kaynakların, büyük ölçekli inşaat projeleri için ayrılan kamu kaynaklarının yanında sembolik kaldığına dikkat çeken Aydemir, “ÇED süreçlerinin yalnızca binde birinin olumsuz sonuçlanması, bu mekanizmanın gerçek bir denetim aracı olmadığını gösteriyor. Tıpkı İliç’teki iş cinayeti ve ekokırım örneğinde olduğu gibi; kirleten ve öldüren, göstermelik soruşturma ve cezalarla geçiştirilmekte, şirketler faaliyetlerine hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmektedir. Bu durum, tüm sistemin doğadan ve işçiden yana olmadığını bir kez daha ortaya koymaktadır. 2026 bütçesinde enerji, maden ve inşaat projelerinin çevresel etkilerinin denetlenmesine ayrılan kaynakların azaltılması ise bu tabloyu daha da karanlıkta bir yere taşıyor. Maden ve enerji şirketlerinin doğa talanını kolaylaştırmak için çıkartılan 7554 sayılı ‘işgal yasanın’ iptali için Anayasa Mahkemesinden acilen yürürlüğü durdurma kararı beklerken, şirketlere verilen ruhsatların geldiği dehşet verici boyutu görüyoruz” diye konuştu.
2026 yılı bütçesinde iklim krizi ile mücadeleye ayrılan payın yalnızca yüzde 0.5 olduğuna vurgu yapan Aydemir, “Bu oran açıkça gösteriyor ki ne iklim krizinin etkileri ne fosil yakıt bağımlılığını azaltacak kamusal düzenlemeler ne adil dönüşüm ne enerji yoksulluğu ne de iklim göçü gibi hayati alanlar bakanlığın gerçek gündeminde yer almıyor. İklim kanunu denilerek çıkartılan yasanın da esasen bir ticaret kanunu olduğunu düşündüğümüzde; iklim politikalarının ekolojik krizle mücadele amaçlı olmaktan çıkıp teknik ve ticari bir ’emisyon yönetimi’ başlığına indirgendiği, krizin etkilerine ilişkin önlemlerin değil, sermaye yatırımlarının dikkate alındığı görülüyor. İklim krizinin aciliyetine yabancı, doğayı yok sayan, kentleri ve kırsalı sermayenin çıkarlarına teslim eden 2026 bütçesini kabul etmiyor, yaşamı, halkı ve doğayı merkezine alan bir bütçenin mümkün olduğunu hatırlatıyoruz” ifadelerini kullandı.
Aydemir sözlerini taleplerini sıralayarak sonlandırdı: “Bu kapsamda; iklim krizinin çözümüne ayrılan kaynak, göstermelik başlıklardan çıkarılıp gerçek bir dönüşüm bütçesine dönüştürülsün. Eenerji yoksulluğuyla mücadele, afetlere hazırlık, ekosistem restorasyonu ve su yönetimi için bağlayıcı hedefler ve şeffaf izleme mekanizmalarıyla büyütülsün. Kirletenin kollandığı vergi ve teşvik sistemi sona ersin diyoruz. Bizler, doğayı, emeği, kentleri ve yaşamı koruyan; rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz.”




