;
Analiz Politika

Sürdürülebilir Kalkınmaya Tümevarımla Ulaşmak

Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma yoluna girmesi kısa süreçte pek mümkün görünmüyor, çünkü mevcut iktidar büyüme stratejisini inşaata, enerji tedarikini ise fosil kayıtlara geri dönüşsüz bir şekilde teslim etmiş durumda. Ne yazık ki alternatiflerinin de dört başı mamur bir sürdürülebilir kalkınma planına sahip olduklarına dair elimizde fazla bir veri yok. Ama belki başka bir yol mevcuttur, zorunluluktan doğan. Geçtiğimiz yerel seçimlerde Türkiye’nin beş büyük ilinden dördünde direksiyona geçen yeni yönetimlerin aşağıdan yukarıya, katılımcı tarzda inşa edecekleri bir sürdürülebilir kalkınma yolu önümüzde duruyor. İklim kriziyle derinleşen bu büyük kentlerdeki sorunların altından kalkmanın yolu, sürdürülebilir ve kapsayıcı kalkınma. Uzun süredir ısrar edilen benmerkezci yaklaşımın tersini yapmak bile önemli mesafeler kat ettirebilir bize: Katılımcılık ve şeffaflık, paydaşları ve uzmanları sürece katma… Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınmasının yolu belki de tümdengelimden değil tümevarımdan geçiyordur…

YAZI: Barış DOĞRU

Sadece geçtiğimiz birkaç ay bile Türkiye’nin iklim kriziyle başının ne kadar büyük bir dertte olduğunu gös­termeye yetebilir aslında. Ardı ardına gelen, tüm Karadeniz’i etkileyen ve onlarca can ve milyonlarca mal kaybına neden olan sel felaketleri, birkaç saat içinde İstanbul’u bir çöküntü alanına dönüştüren aşırı yağış ve İzmir çev­resinde binlerce hektar alanı kavuran ve bir türlü kontrol altına alınamayan orman yangınları, başka söze gerek bı­rakmayan durumu özetleyiveriyor. İşin daha kritik yönü, bütün bu felaketlere hazır olmayan, hazır olmamayı geçin hepsine davet çıkaran kentsel yerle­şim ve altyapı sorunları tabii ki. Hem sorunları yaratan hem de sorunlar tüm azametiyle ortaya çıktığında müdahale etme becerisi, deneyimi ve teknoloji­sinden uzak bu yapı, on yıllardır devam ettirilen sürdürülemez büyümenin do­ğal bir sonucu elbette. İklim krizine neden olan seragazı emisyonlarında rekor üstüne rekor kırdıran mevcut büyüme planı, aynı zamanda, gerçek­leşen iklim felaketlerine karşı da son derece dirençsiz maddi ve toplumsal bir yapı ortaya çıkarmış durumda. İşin daha kötüsü, bu konuda ulusal ölçekte bir plana ya da tavır değişikliğine yoru­labilecek bir niyet ve eğilim işareti bile yok ortada.

Ancak hayat her zaman bir yolunu bulur. İklim krizi karşısında ne engel­leyici ne de uyuma yönelik bir master plana sahip olan Türkiye’de bu yol şimdilik en aşağıdan, yerel yönetim­lerden başlıyor gibi görünüyor. Seçim sürecinde iklimhaber.org ve KONDA Araştırma’nın birlikte gerçekleştir­dikleri “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019” araştırmasının sonuçları, Türkiye yurttaşlarının iklim krizi hak­kında zannedildiğinden çok daha fazla bilgili ve endişeli olduğunu göstermiş­ti. Seçimler sürecinde iklim başlığı al­tında ele alınmamakla birlikte, çevresel ve kentsel sorunların insanları düşü­nüldüğünden fazla tedirgin ettiği ve oy tercihlerinde psikolojik bileşenlerden biri olduğu kolayca söylenebilir. Daha önceki genel seçimlerde iktidar parti­sinin ve sözcülerinin en temel vaatle­rinden birinin “yuvarlanabilecek yeşil alanlar” ve millet bahçesi olması, bu­nun kamuoyu araştırmalarına çok sık başvuran iktidar cephesi tarafından da algılandığını gösteriyor aslında. Ancak genel kalkınma planını ne yazık ki, in­şaat ve kömürden elektrik üretimi gibi sürdürülebilir kalkınmayla ilişkilen­dirilmesi imkansız alanlara bağlayan, doğal varlıkları sadece bitimsiz birer finansal kaynak olarak gören bu anla­yışın, sonuçları değil, tepkileri ortadan kaldırmaya yönelik bu yaklaşımların çı­kacak bir yolu yok.

Yerelden Genele

Son yerel seçimlerle, belki son derece bilinçsiz bir şekilde bu kalkınma pla­nına da tepkisini gösteren yurttaşların Türkiye’nin en büyük üç ilini ve en bü­yük beş ilinin dördünü muhalefet aday­larına teslim etmesi, bahsettiğimiz bu yeni yol üzerine tekrar düşünme şansı veriyor. İllerin yönetimlerine gelen yeni başkanların daha ilk adımlarında da bunların izlerini görebiliyoruz. Aynı partiden olmakla birlikte, Seferihisar ilçesinde yaptıklarıyla sürdürülebilir kalkınmanın yerellerde nasıl gerçek­leştirileceği üzerine son iki dönemde önemli dersler veren Tunç Soyer’in bir önceki dönem kendi partisi tarafından yönetilen İzmir’e getirdiği taze soluk umut verici. İlk adımlar olarak daha önce Seferihisar’da uygulanan üretici pazarlarını İzmir’e taşıyarak kent sakin­lerini ekonomik krizin etkilerine karşı savunmaya yönelen; ilk açtığı belediye binasının çocuklu kadınların istihda­mına yönelik Masal Evi olması, yeni İzmir yönetiminin yönelimini göster­mesi açısından dikkat çekici. Ağustos ayını ülkenin gördüğü en büyük orman yangınlarından (Soyer’e göre yanan alan 5.000 hektarın üzerinde) biri ile boğuşarak geçiren İzmir’in yeni başka­nı Soyer, yangın süreçleriyle doğrudan ilgilenerek nasıl bir yönetim sergileye­ceğini de göstermiş oldu. Yangın sonra­sında büyük bir yeniden ağaçlandırma kampanyası başlatacaklarını duyuran Soyer, bu tür ağaç dikme seferberlik­lerinin ekolojik sorunlara dikkat çeken uzmanların görüşlerini dikkate aldığını da şu sözlerle dile getirdi: “Ama mese­le sadece fidan dikmekten ibaret de­ğil. Mesela dikilecek ağacın türünden onun korunmasına, vatandaşların ona sahip çıkma bilincine, eğitimine, bir­çok alanda adım atılmasını gerektiren bir hikayedir.”

Soyer’in sürdürülebilir kalkınma ile ne kadar temelden ilgilendiğini gös­teren bir başka gelişme ise, belediye bünyesinde kurulacak Sürdürülebilir­lik Komitesi duyurusuydu. Daha önce Seferihisar’da benzer şekilde bütün bu çalışmaları komite üzerinden gerçek­leştiren Soyer, kalkınmayı ve hizmetle­ri “arka sokaklardan başlatmaya” yöne­lik yaklaşımıyla, kapsayıcı kalkınmanın ilkelerine yaslanıyor aslında…

Yavaş Yavaş Sürdürülebilir Kalkınma

Türkiye’nin başkenti Ankara’da da benzer bir süreç işlediğini söyleyebiliriz. Ankara beş dönemlik uzun bir Me­lih Gökçek yönetimi ardından yepyeni bir süreçle tanışıyor Mansur Yavaş’la birlikte. Hiçbir paydaşa ve uzmana sormadan yapılan yanlış yatırımlar ve altyapı çalışmalarının ardından, Ankara bu süreçte, iklim kırılganlığı en yüksek kentlerimizden biri haline gelmiş du­rumda. Cumhuriyet sonrası, bitmek bilmez ağaçlandırma seferberlikleri sonrasında bozkırın ortasında bir vaha­ya dönüşen kent, yeşil alanlara doğru hızlı bir yayılma yaşadı. Yavaş yöneti­minin ilk icraatlarından biri ise, yurt­dışından pahalı alınan ağaçlara dayalı yeşil alanlar yaklaşımı yerine, bölgede üretilen, dolayısıyla iklime uygun ve dayanıklı, gelirini de bölgeye bırakan bir fidan dikimi politikasının duyurusu oldu. Yavaş’ın yurtdışı ziyaretleri de, özellikle İngiltere ziyareti, sürdürüle­bilir kalkınma başlığı açısından dikkat çekiciydi. Orada Londra Belediye Baş­kanı Sadiq Khan, Barking Dagenham Belediye Başkanı Darren Rodwell, Londra İşçi Partisi Milletvekili Lyn Brown ve Londra İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn ile yaptığı görüşme­lerdeki temel konuşma başlıkları bile yaklaşımını göstermek açısından yeter­li: Termal Sağlık Turizmi, Yenilenebi­lir Enerji, Metro Çözümleri, Kadın ve Genç Girişimci Programları. Ziyaretler sonrasında, “Belediye Birimleri Ara­sı İşbirliği konularında işbirliği için­de olacağız” şeklinde açıklama yapan Yavaş’ın özellikle yeşil enerji ile ilgili atacağı adımlar merak konusu. Ancak Yavaş’ın sürdürülebilir kalkınma ile ilgili ilk inovasyonunun, enerji değil, yönetişim ve şeffaflık alanında gerçek­leştiğini söyleyebiliriz.

Yavaş, tüm belediye meclisi toplantıları ve ihaleleri canlı yayınlayarak bu alan­da gerçekten önemli bir ilk adım attı. Milyonlarca kişinin izlediği meclis top­lantıları ve ihaleler, Türkiye’de kamu yönetiminin şeffaflığı açısından bir mi­lat oluşturacağa benziyor. Arkasından birçok il ve ilçe belediyesinin meclis toplantılarını canlı yayınlamaya başla­masıyla, yurttaşların birçoğu böyle bir yerel yönetim mekanizması olduğunu ve işlevini öğrenmiş oldu. “U katılımcı­lık” uygulamasının önümüzdeki dönem­de, kamu yönetişimi ve halkın yerellere katılımı ve bilgi edinme hakkı tartışma­ları açısından son derece ileri bir adım olduğunu göreceğiz büyük ihtimalle.

Devasa Kentin Devasa Sorunları ve İklim Krizi

Ve İstanbul… Birçok ülkeden fazla nü­fusa sahip Türkiye’nin en büyük kenti de, sürdürülebilir kalkınma amaçları ile çelişen bir gelişim süreci içinde. Normal gelişim aksı olan Doğu-Batı’yı geçtiğimiz 10 yılda bozan ve kuzey eksenine, yani kentin sigortası sayılan Kuzey Ormanları’na doğru genişleyen İstanbul, yaşama kriterlerini şimdiden zorluyor. 18 milyonluk bu metropoli­sin devasa sorunları artık bulunduğu coğrafyadan kendisini çevreleyen de­nizlere, çevre illere ve bölgelere doğru taşınıyor. Kendi kaynaklarını yiyip biti­ren, dışardan su getirmeksizin yaşaya­mayan, atıkları ile koca bir Marmara Denizi’ni boğmaya yönelen, binlerce yıllık boğaz derelerini üstü kapalı ka­nalizasyon yollarına çeviren bu deva­sa kentin devasa sorunlarının, aslında Türkiye’nin kalkınma sorunlarından ayrı düşünülmesi imkansız. İki seçim sürecini üst üste yaşayarak yönetimi­ni ancak 23 Haziran’da belirleyebilen İstanbul’un yeni başkanı Ekrem İma­moğlu da, bu sorunların hızlıca üzerine yığılmasını bekliyor muydu bilinmez ancak 17 Ağustos’taki kuvvetli sağanak, fazla bekletmedi. İstanbul’un birçok ilçesini felç eden, bir kişinin ölümüne ve milyonlarca liralık zarara neden olan sel, Eminönü’ndeki altgeçitte yer alan dükkanları dakikalar içerisinde teslim alarak, altyapıların kırılganlığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Geçtiğimiz senelerde hortum, dolu ile iklim krizinin etkileriyle tanışan ve defalarca seller tarafından vurulan 18 milyonluk kadim kentin hızlıca uyum çalışmalarını devreye sokması gere­kiyor. Geçtiğimiz yıl hemen hiçbir paydaşın, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, araştırma kuruluşları­nın, ilçe belediyelerinin ve yurttaşların haberi olmaksızın hazırlanan bir İklim Değişikliği Eylem Planı’na sahip olan İstanbul için oldukça zorlu bir süreç var önümüzde. “Şeffaflık” ve “israfa son” vaatleriyle seçimleri kazanan İma­moğlu yönetiminin bu planı katılım­cı bir yolla hızla yenilemesi ve tespit edilen israf noktalarından elde edilen gelirleri, hem bugünümüzü hem ya­rınımızı derinden etkileyecek iklim krizine karşı önlemlere aktarması son derece önemli. İmamoğlu’nun bu konuda hız­lıca hareket etmenin öneminin altını çizdiğini görüyoruz. “Tüm sorunların anahtarı, katılım ve demokrasi” diyen İmamoğlu, sürdürülebilir kalkınma ile uyumlu bir katılımcı yönetim anlayışı­nı uygulamaya koyabilirse, kentin şansı hızla yükselebilir.

Tabii Türkiye’nin de… Hiç kuşkusuz İstanbul’da ve diğer büyük kentleri­mizde yapılacak çalışmalar, yankısını hızlıca diğer kentlerimizde de bulacak. İklim krizine karşı bir master plandan yoksun, ne tarım ne de kentsel anlam­da bir uyum planına sahip Türkiye için bu işin yolu, genelden özele değil, özel­lerden genele uzanan bir yol izlemek zorunda gibi gözüküyor.

Seçimlerden sonra ilk altı ayda ye­rel yönetimlerin hazırlaması gereken Stratejik Planlar, işte bu genele giden bölgesel planlamalar için kritik bir öne­me sahip(ti). Bu süreci takip eden, ta­kip etmenin ötesinde sağlıklı bir hatta oturması için gönüllü danışmanlık ve eğitim çalışmaları düzenleyen Yereliz Derneği emekçileri de benzer görüş­leri paylaşıyor. Bu süreçte onlarca be­lediye ile çalışmalar sürdüren, stratejik plan yazma eğitim ve danışmanlıkları sunan Yereliz, katılımcı süreçlerin etki­sinin ve gücünün altını ısrarla çiziyor. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile uyumlu bir stratejik plan, önümüzde­ki süreçte, bölgesel yerel iklim eylem planlarının yol haritası olacak.

Belli ki, süreç bu topraklarda çoğu za­man olduğu gibi biraz el yordamıyla ilerleyecek. Mastır plansız bu yolculuk için, yolda ilerlerken küçük küçük mas­tır planlar oluşturmak, “kervanı yolda düzmek” bir zorunluluk. Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma planları da tümdengelim yerine tümevarıma daya­nacak gibi… Yol bizi oraya doğru götü­rüyor. Ülkenin sürdürülebilir kalkınma planına giden yol, belki ilk defa aşağı­dan, parça parça, ilmik ilmik örülmek zorunda. Değiştiremediklerimiz yerine, değiştirebildiklerimizden, değişimi arzu edenlerden; ihtiyaç duyanlardan ilerle­mek en doğrusu galiba.

­