;
Politika

“Politikacıların Enerji Dönüşümünde Eş Faydalara Odaklanmasının Zamanı Geldi”

İstanbul Politikalar Merkezi, COBENEFITS Projesi Kıdemli Proje Danışmanı Dursun Baş, Türkiye  COBENEFITS çalışma serisinin, yenilenebilir enerji dünyasının ve Türkiye enerji sektörünü karbonsuzlaştırmanın istihdamı artırarak, ekonomik direncin temelini oluşturacak şekilde enerji bağımsızlığını teşvik ederek ve en önemlisi solunum sistemi hastalıklarının azaltılması sayesinde ulusal sağlık sisteminin yükünü hafifleterek, ekonominin ve sağlık sisteminin iyileştirilmesinde güçlü bir rol oynayacağını gösterdiğini söylüyor.

“Paris Anlaşması’nı Dünyada ve Türkiye’de Bir Başarı Hikayesine Dönüştürmek: Türkiye Elektrik Sistemini Karbonsuzlaştırmanın Yan Faydaları” adlı çalışmanız temelde ne söylüyor? Kısaca bahsedebilir misiniz?

Çalışmanın detaylarına geçmeden evvel bu raporun hangi kapsamda hazırlandığından bahsetmek uygun olacak. Çalışmamız, uzun ismiyle “Yenilenebilir Enerjinin Sosyal ve Ekonomik Faydalarının Tespiti ve Yaygınlaştırılması Projesi” kısa ismiyle “COBENEFITS (Yan Faydalar)” projesi kapsamında hazırlandı.

Proje ile enerji sektöründe yenilenebilir enerji odaklı bir dönüşüm başta olmak üzere iklim değişikliğiyle mücadele politikalarının faydalarının politika tasarım süreçlerinin bütüncül bir parçası haline getirilmesi hedefleniyor. Bu çerçevede, proje faaliyetlerinin ilgili kamu kurumları ile yakın iş birliği ve eşgüdüme dayalı olarak yürütülmesi amaçlanıyor.

COBENEFITS Projesi, dünya çapında Almanya, Hindistan, Güney Afrika, Vietnam ve Türkiye gibi ülkelerin ulusal  otoriteleri ve bilgi ortakları ile işbirliği yapmakta ve bu ülkelerin iklim eylemi için erken hareket edilmesi durumunda ortaya çıkması muhtemel halk sağlığı, istihdam, sanayi gelişimi, ekonomik ve sosyal kalkınma ve enerji güvenliği vb. yan faydaları daha görünür kılmak ve bunları hayata geçirmek için çeşitli faaliyetler yürütmekte.

Projenin Türkiye ayağında, bilgi ortağı olarak seçilen İstanbul Politikalar Merkezi (İPM), bilimsel raporlar ve eğitimler yoluyla ve ayrıca diyalog ortamı oluşturarak iklim değişikliği azaltım uygulamalarının  yan  faydalarının  stratejik  olarak  yaygınlaştırılmasına destek oluyor.

Ülkemizde 2018 yılından beri yürütülen proje, özellikle iklim değişikliği azaltımı yan faydalarının kamu kurumlarında kapasite geliştirme aracılığıyla yaygınlaştırılmasına odaklandı.

Cobenefits kavramı iklim mücadelesinde karşımıza çıkıyor. Hükümetlere ve iş dünyasına özetle şunu demekte: “iklimi korumak için yenilenebilir enerjiye geçmek size başka faydalar sağlayacak. ”

İklim değişikliğinden sorumlu olan veya etkilenen birçok kurum ve kuruluş iklimi korumayı asli görev olarak görmüyor. Dikey ve yatay yönlerde iklim eylemini kesen birçok faaliyeti yürütmekte olan merkezi ve yerel kamu idareleri iklim değişikliği ile mücadeleyi sistematik bir biçimde yeterince ele alamıyor ya da  öncelikli bir alan olarak gözetmiyor.

İklim değişikliğiyle mücadeleye ilişkin hedefler ve politika araçları karar vericiler ve kamuoyu tarafından çoğunlukla birer “maliyet kalemi” olarak algılanıyor. Söz konusu politika araçlarının istihdam, halk sağlığı, enerji arz güvenliği, cari açık, sanayi üretimi ve rekabetçilik gibi alanlardaki olumlu etkileri tartışmalarda göz ardı edilebiliyor.

COBENEFITS Projesi yenilenebilir enerji dönüşümü için toplumu, iş dünyasını ve politikacıları ikna etmede “zorlukları” aşmak üzere sadece “riskler/tehditlere” vurgu yapmaktan vazgeçip,  “eş-faydalara” da odaklanmayı öneriyor.

COBENEFITS projesi, “daha güçlü bir iklim eylemi için yenilenebilir enerjinin sosyal ve ekonomik faydalarını harekete geçirmenin” bu zorlukları aşmada önemli bir araç olacağını vurguluyor. Bunun da aşağıdaki önermelerle açıklıyor:

  • Sosyal ve ekonomik faydalar temiz enerjiye küresel yatırım akışı sağlar;
  • Sürdürülebilirlik gündeminin ötesindeki amaçları birbirine bağlayarak temiz enerjiye geçişi hızlandırır;
  • Felaketler dikkatinizi çekebilir, ama eyleme geçiren fırsatlardır.

Projenin ilk aşamasında 4 adet ulusal düzeyde Cobenefits Değerlendirme Raporu hazırlanmıştı:

  • Rapor 1: Sanayi Gelişimi ve Ticaret Fırsatları Raporu 
  • Rapor 2: Beceri ve İstihdam Gelişimi Raporu
  • Rapor 3: Halk Sağlığı Raporu
  • Rapor 4: Enerji Arz Güvenliği Raporu

“Paris Anlaşması’nı Dünyada ve Türkiye’de Bir Başarı Hikayesine Dönüştürmek: Türkiye Elektrik Sistemini Karbonsuzlaştırmanın Yan Faydaları” çalışması ise yukarıdaki 4 adet raporun özetini içeriyor.

Bu  rapor  ve  ilgili  Türkiye  COBENEFITS  çalışma  serisi, yeni yenilenebilir enerji dünyasının ve Türkiye enerji sektörünü karbonsuzlaştırmanın  istihdamı artırarak, ekonomik direncin temelini oluşturacak şekilde enerji bağımsızlığını teşvik  ederek  ve  en  önemlisi  solunum  sistemi  hastalıklarının  azaltılması  sayesinde  ulusal  sağlık  sisteminin   yükünü hafifleterek, ekonominin ve sağlık sisteminin  iyileştirilmesinde  güçlü  bir  rol  oynayacağını   gösteriyor.

Raporda, Paris Anlaşması ve 2030 Gündemi, kısa  vadede  ekonomik  iyileşmenin  sağlanması  ve  uzun vadede dirençli ekonomiler ve sağlık sistemler inşa  edilmesi için önemli ve uluslararası düzeyde kabul  gören çerçeveler sunduğunun altı çiziliyor.

Rapor, Paris Anlaşması ve 2030 Sürdürülebilir Kalkınma  Hedeflerine yönelik daha iddialı ulusal katkı beyanlarının geliştirilmesi yönündeki çabaları destekliyor.

İddalı bir yenilenebilir enerji senaryosunda oluşacak faydaları bu videoda görebilirsiniz:

Çalışmaya göre, Türkiye’nin seçeceği enerji patikası gelecekteki gelişmesinin temelini oluşturacak. Bunu biraz açabilir miyiz? Farklı patika senaryolarında bizi neler bekliyor?

Rapor, ilgili kamu idarelerinin enerji sisteminin karbonsuzlaştırılması çabalarına altlık olacak bilimsel veriler sunuyor. Seçilecek enerji patikalarına göre önümüzdeki 10 yıl içerisinde olumlu ve olumsuz etkilenecek gruplara ve sektörlere dair bilgileri içeriyor.

Yenilenebilir enerjinin (güneş ve rüzgarın) elektrik üretiminde daha fazla yaygınlaştığı ve önerilen tedbirlerin hayata geçirildiği enerji patikası, COVID-19 pandemisinin yarattığı ekonomik şokların ardından toparlanmanın ve gelecekte iklim krizinin tetikleyeceği şiddetli şoklardan kaçınmanın bir çıkar çatışması oluşturmadığını, aksine karşılıklı olarak birbirini güçlendiren bir başa çıkma stratejisi oluşturduğunu ortaya koyuyor. Buna iyimser senaryo diyebiliriz.

Bir de mevcut durum senaryoları var. Fosil yakıtların hâlâ yüksek paya sahip olduğu bir patika takip edildiğinde toplumsal kalkınma ve ekosistemlerin sağlığı göstergeleri daha karamsar bir tablo çiziyor.

Şunu da belirtmek gerekir. Hukukun üstünlüğü ilkesinin yeterince gözetilmediği ve yasaların uygulanmasındaki keyfiliğin azalmadığı bir Türkiye’de Paris Anlaşması’na taraf olunmasına dair “iyimserlik” naif bir tutum.

Mevcut ekonomik-politik koşullarda iklim değişikliğini durdurmak gibi temel bir kamusal fayda ortadayken ilgili politikaların hayata geçirilmesi ve adil geçiş önlemleri tanımlanması için ülkemizde üretim ve hizmet süreçlerinde pratikte karşılık bulan değişimi görebilmiş değiliz.

Merkez sağ ve merkez soldaki partilerin de gündeminde adil geçiş ve iklim adaleti konuları kendilerine yer bulabilmiş değil.

Rapor karbonsuzlaştırmayla beraber yerli imalatın artırılması, küçük ve orta ölçekli işletmelerin etkinleştirilmesi gibi ekonomik faydalardan söz ediyor. Bunun yanı sıra ulusal düzeyde çokça tartışılmayan sağlık maliyetlerine de yer veriyor. Sağlık maliyeti boyutunda ne gibi kazanımlar elde edilebilir?

Türkiye’deki kömür ve doğalgaz yakıtlı termik  santrallar, insan sağlığına ve çevreye zarar veren  atmosferik  emisyonların  önemli  kaynakları. Bu nedenle de yenilenebilir enerjinin  elektrik  üretiminde  daha  büyük  bir  paya  sahip   olmasının hava kirliliği sorunlarını ve sağlık sistemi  maliyetlerini azaltmaya yardımcı olacağı aşikar.

2017’de 2,15 milyar dolar olan yıllık sağlık maliyetlerinin  2028’de  2,5  milyar dolara yükselmesi   bekleniyor.  İddialı bir  karbonsuzlaştırma   patikası  izlendiği  takdirde  ise  2028  yılında  sağlık  maliyetlerinde 800 milyon dolar tasarruf sağlanabilir. Bu  tasarruf,  azalan  morbidite   (kronik bronşit, konjestif kalp yetmezliği, akciğer kanseri) ve mortalite ile daha az hastaneye  başvurudan ve astım vakalarının azalmasından kaynaklanıyor.

Mevcut  durum  senaryosu  ile  kıyaslandığında  iddialı bir yenilenebilir enerji senaryosunda aktivitenin  kısıtlandığı  gün sayısı  2028  yılında  18.100 gün azaltılabilir ve böylece Türkiye’nin ekonomik çıktısı iyileştirilebilir;

  • 2028 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji sektöründeki payının artırılmasıyla 750 erken ölüm vakası engellenebilir.
  • Sağlık maliyetinde sadece 2028 yılında 800 milyon dolar tasarruf sağlanabilir.
  • 14 yaş altı çocuklardaki astım vakası sayısı 2028 yılında yaklaşık 1 milyon azaltılabilir.

Çalışmanın çıktılarından biri de “Eşit şartlar sağlamak.” Kömüre verilen teşvikler sıkça tartışılıyor. Eşit şartların sağlanması durumunda kömürün geleceği hakkında neler öngörülebilir?

Hazırlanan rapor, yenilenebilir  enerji   kaynakları  ile  fosil  yakıtlı  enerji  santrallarına  eşit   şartların sağlanması için kömür sübvansiyonlarının kaldırılmasını öneriyor.

Mevcut ekonomik göstergeler ve enerji üretim maliyetleri, kömürlü termik santralların iklim etkilerini dahi hesaba katmadan klasik fayda-maliyet analizi çalışmalarında bile bu tesislerin daha “maliyetli” olduğunu gösteriyor. Bu hesaplamaları daha da genişleterek toplumsal fayda ve sağlık etkileri gözetilmesi durumunda kamusal fayda yönünden kömür tercihi anlamsızlaşıyor.

Kömür ve kömür değer zincirinin sektörel olarak dönüşümü ve bu faaliyetlerin yoğun olduğu bölgelerde alternatif ekonomik ve sosyal dönüşümlerin planlaması işlerine kafa yorulması gerekiyor. Bu alanda halihazırda çalışan kurumların tecrübelerinden faydalanılmalı.

Rapordan bir alıntı:

“Kömür  teşviklerinin  sonlandırılması,  yenilenebilir   enerji  santrallerin  ve  fosil  yakıtlı  santrallerin  eşit   şartlarda bir  faaliyette  bulunmasını  sağlayacaktır.   Daha  önce  yapılan  çalışmalar  Türkiye’nin  kömüre   en fazla teşvik sağlayan G20 ülkelerinden biri  olduğunu ortaya koymuştur (EEA, 2019a).

Bu  teşvikler, çeşitli enstrümanlar aracılığıyla kömürün  tüm  yaşam  döngüsü  boyunca  -kömür  çıkarma  ve  ithalatından,  kömürün  endüstriyel  proseslerde  ve   doğrudan hane tüketimi için kullanımına kadar-  sağlanmaktadır. Bu teşvikler-direkt transferler,  fiyat kontrolleri, satın alma garantileri, vergi  muafiyetleri, kapasite garantileri ve diğer araçlarla  kömürlü termik santrallerin yatırım, işletme  ve  bakım  maliyetlerini  etkin  bir  şekilde  azaltarak   bunlara, yenilenebilir enerji alternatiflerine kıyasla,  yapay bir çekicilik kazandırmaktadır (Şahin, 2015).”

Son sözlere geçmeden altı çizilmesi gereken yerleri hatırlatmakta fayda var:

İklim değişikliği kapitalist üretim sisteminin sonucu oluşan farklı zaman ve mekan boyutları olan  ekonomik, siyasal ve toplumsal bir sorun. Aynı zamanda da bir halk sağlığı sorunu. Ayrıca, bu karmaşık sorunun ve buna bağlı sonuçların da iktisadi, toplumsal ve tarihsel eşitsizlik boyutları var.

Bu boyutların detayına girmeyeceğim. Dünyanın geri kalanı için yapılacak değerlendirme ülkemiz için de geçerli: İklim değişikliğinin etkileri iktisadi, toplumsal ve tarihsel eşitsizlikleri artırıyor.

Kapitalist üretim ilişkileri sonucu ortaya çıkan iklim değişikliğini hızlandırıcı etmenlerden en önemlileri enerjiyi üretme biçimi ve doğal yutak alanlarının değişimi.

Önümüzdeki 15 yıl içerisinde %60’lara varan yenilenebilir enerji (güneş ve rüzgar) ve yüksek bir elektrifikasyon oranına erişildiği senaryoda ülkemizin halk sağlığı-hava kirliliği notunda iyileşme beklense de toplam etkiler açısından sınıfta kalmak kaçınılmaz olabilir. Bu karne ise dünya ticaretinin ve ulusal kamu politikalarının seyrine göre şekillenecek.

Türkiye ekonomisi fosil yakıtlara bağımlı ve yoğun hammadde tüketimine dayalı “büyüyen” ihracat sektörleri ile dünya ticaretine entegre olmuş durumda. Mevcut durum senaryosu bize şunu söylüyor: Çoğunlukla zengin ülkeler için yapılacak üretim (tarımsal ürünler, ormancılık ürünleri, tekstil ürünleri, madencilik ürünleri ve israf yoğun turizm sektörü vb.) 2020’li yıllarda  ölçek olarak zirve yapacak. Bu da ihracat için daha fazla enerjiye ihtiyaç anlamına geliyor.

BMİDÇS’ye taraf olduğumuz 2004 yılından bu yana ulusal mevzuatımızda, özel sektör firmalarının (büyük oyuncuların) iklim alanında asgari düzeyde harekete geçmesini (emisyonlarını azaltacak) sağlatacak bir yasal hedef konmuş değil. (Sanayideki elektrik motorlarına yönelik çalışmalar, kaynak ve enerji verimliliği destekleri kendine yer bulabilmiş durumda). Sistem içi bir çözüm olan ve hazırlıkları devam eden ulusal emisyon ticaretinin detayları ise bilinmiyor. Ülkemizde mevzuat hazırlanma süreçleri özellikle enerji sektörü için toplumun tüm kesimlerine açık değil ve yasal danışma süreçleri de yeterince takip edilmiyor.

Yukarıdaki politik tercihten dolayı firmalar mevzuat gereklerinden ziyade enerji ve hammadde maliyetlerini azaltma motivasyonu ile hareket ediyor (Başarılı örnekler de mevcut.)

Örneğin son bir yıldır AB üzerinden gelen ek-maliyetler ve ek-vergiler “korkusu” özel sektörü bir bütün olarak harekete geçirmede daha başarılı gözüküyor. Bu nedenle, AB pazarına yoğun ihracat yapan sektörlerin AB’nin standartlarına uyma kaygısı mevcut durum senaryosundaki kıpranmalardan biri olabilir. Artan enerji maliyetlerinden kaçınma için hareketlenme söz konusu. Firmalar, yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edildiği belgelenen elektriği daha fazla tercih edeceklerdir.

İklim değişikliği sorununun vatandaşları ilgilendiren kısımlarını (barınma, ısınma, ulaşım, temel gıdalara erişim vb.) kentlerdeki süre giden “yoksullaştırılmayla” mücadele ve kırsal alanların ucuz hammadde “ihtiyacı” için kapitalist pazara açılması ile beraber ele almak gerekecek.

Bugünden yarına enerji, gıda, barınma ve ulaşım alanlarında tercih edilecek kamu politikaları çok belirleyici.

Tüm sektörleri yatay olarak kesmesi nedeniyle de enerji sektörü ise özel bir yere sahip. Enerji alanındaki kamu politikaları iki temel basit alan altında toplanabilir: Enerji/elektrik Üretimi ve Kullanımı.

Ülkemizdeki ulusal düzeydeki strateji ve planlarda “iklim” lehine konulmuş güzel eylemlerin büyük bir oranda “mış gibi” yapmaktan öte bir anlam taşımadığını düşününce, değişim ve dönüşüm politikalarının  kağıt üzerinde kaldığı planlardan öteye geçebilmek için öncelikle vatandaşın cebinden çıkan vergilerle desteklenen halk sağlığı faturası yüksek olan iklim negatif iş yapış biçimlerinin finansmanının sona erdirilmesi gerekecek.

Ulusal bankaların da “fidan” bağışı gibi çok zorlu görevlerinden feragat ederek kentlerdeki yaşamı (barınmayı, ısınmayı, sağlıklı gıdaya erişimi ve insani ulaşımı) ve doğal alanları koruyacak yatırımlara daha fazla destek sağlaması gerektiğini dillendirmek gerekir.

İyimser bir şekilde röportajı sonlandıralım. Önümüzdeki süreçte (artan gelir uçurumu ve işsizlik rakamları da hesaba katılınca, bunları azaltacak) toplumsal refahı iyileştirecek üretim ve tüketim biçimindeki dönüşümlerin politik uzlaşı ve toplumsal momentumla sağlanması daha mümkün gözüküyor

Bu nedenle adil bir geçişin toplumsal ve ekonomik etkilerini ortaya koyacak COBENEFITS projesi gibi çalışmaların artmasına ve diğer sektörlere yayılmasına daha fazla ihtiyaç duyacağız.