;
Ekonomi

Pandemi Sürdürülebilirlik için Bir Fırsat mı?

YAZI: Doç. Dr. Ahu ERGEN, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi [email protected]

Tüm dünyaya yayılan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen COVID-19 sadece sağlık üzerinde değil, ekonomi, siyaset ve çevre üzerinde de etkili olmaya başladı. OECD’ye göre dünya ekonomisinin 2020 yılında en az %2,4 daralacağı öngörülüyor. Pandeminin tıpkı 11 Eylül Saldırıları ve 2008 Küresel Finansal Krizi sonrasında olduğu gibi paradigma kaymasına ya da türbülansa neden olacağını savunanlar var. Farklı görüşler de mevcut… Örneğin, küreselleşmenin sonunun geleceği yeni düzende “güçlü devlet” kavramının yeniden önem kazanacağına, güçlü devletlerle birlikte otoriter rejimlerin artacağına inananlar da oldukça fazla. Pandemiyle mücadelenin yeni teknolojilerin gelişmesi için bir itici güç olacağına, ülkeler arasındaki teknoloji savaşlarının hızlanacağına inananların sayısı da az değil. Pek çok ülkenin salgın öncesi GSYİH seviyelerine dönmesinin iki yılı bulacağına dair görüşler de var. Bu tahminlerin hangilerinin gerçekleşeceğini şimdiden kestirmek zor.

Ne var ki, pandemi nedeniyle gözlemlediğimiz bazı yaşam tarzı değişiklikleri, “Acaba sürdürülebilir yaşam tarzına yaklaşıyor muyuz?” sorusunu da akıllara getiriyor.

Pandemi sürecinde hepimiz eskisinden farklı yaşamaya başladık. Sokağa çıkma yasağı ve elimizdeki mevcut stokların tükenmesi gibi kaygılarla gıda israfı azaldı. Toplu ürün satın alma eğilimi artınca gereksiz ambalaj atığında azalma meydana geldi. Pek çok kişi evde ekmek ve yoğurt gibi doğal, katkı maddesiz ürünler yapmaya başladı. Maya, son üç haftadır Türkiye’de sürekli satış hacmi artan tek gıda kategorisi oldu. Sürekli dışarıdan yemek yiyenler bile yemek yapmayı bir şekilde öğrendi. Bağışıklığı güçlendirdiği için daha fazla sebze ve meyve tüketilmeye başlandı. Temizliğe her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan günlerde suyun değerini iyice anladık, daha fazla dikkat eder olduk. Evlerde tamirat, tadilat, bahçeye ve balkona ekim-dikim, kompost gibi faaliyetler arttı. “Basit bir sabun, virüs üzerinde en etkili şeyse bu kadar kimyasal ile temizliğe gerek var mı?” diyenler çoğaldı. Eskisi kadar araç ve toplu taşıma kullanmadığımız için hava kirliliği azaldı. İstanbul ve Ankara’da salgın nedeniyle alınan önlemler, hava kirliliğini azalttı. Kuşların mutluluğu, yunusların kıyıya kadar gelip dans etmeleri de cabası… Elbette pandemi bir süre sonra bitecek ama yine de şunu kabul etmeliyiz ki 21. yüzyılda sürdürülebilir yaşam tarzına bu kadar yaklaştığımız bir dönem herhalde olmamıştı… Ve pandemi, belki de sürdürülebilir bir yaşamın olası olduğunu, en azından bu yaşam tarzını deneyimleme imkanını insanlığa gösterdi.

Tüketim Nasıl Değişecek?

Sürdürülebilir yaşam tarzının önemli bir boyutu sürdürülebilir tüketim… Aslında küreselleşme ve tüketim ekonomisi; sürdürülebilir tüketimi ve tüketim karşıtlığı eğilimini de beraberinde getirmişti. Pandemi öncesinde de sürdürülebilir yaşamı savunanları, Philip Kotler beşe ayırmıştır. İlk grup, daha az yiyerek ve daha az tüketerek hayatını sadeleştirenler. İkinci grup, küçülme aktivistleri. Onlar tüketim için fazlasıyla zaman ve çaba sarf edildiğini düşünenler. Tüketimin, gezegenin taşıma kapasitesinin çok üstüne çıkmasına neden olduğunu, 2050’de beklenen nüfusun 9.8 milyar olacağını ve dünyanın bu kadar insanı doyuramayacağını savunuyorlar. Üçüncü grup, fazlaca tüketen insanlar nedeniyle su ve havanın kirlenmesi, karbon ayakizinin artması nedeniyle gezegenin zarar gördüğünü savunan iklim aktivistleri. Dördüncü grup, vejetaryenler ve veganlar. Onlar yemek için hayvanların öldürülmesine karşılar çünkü bakliyatlar ve sebzelerle yeterli derecede beslenilebileceğini savunuyorlar. Beşinci grup ise, çevre aktivistleri. Yeniden kullanma, tamir etme, eskileri ihtiyacı olan insanlara vermeden yanalar. Üreticilerin daha az ama dayanıklı ürünler üretmesini istiyorlar.

Bu kez gönüllü olarak olmasa da, pandemi nedeniyle tüketim davranışlarımız değişiyor. Kotler’in belirlediği gruplara eminim ki yenileri eklenecektir. Ve biliyoruz ki, kriz dönemlerindeki alışkanlıkların bir kısmı kriz sonrasında kalıcı olabiliyor. Harvard Business Review’da yer alan “Understanding the Post-Recession Consumer” adlı makalede, ekonomik durgunluk dönemlerinin ardından basitliğe olan tüketici talebi ve isteyerek azla yetinme (gönüllü sadelik) eğilimlerinin artacağı öne sürülüyor. İsraftan kaçınma, geri dönüşüm, ikinci el ürünler satın alma, çocuklara geleneksel değerleri aşılama gibi davranışlardaki artış bu eğilimin göstergeleridir. Başlarda bu davranış biçimi sıkıcı ve renksiz gelse bile, kriz sonrası gelen ekonomik durgunluk; gönüllü sadeliği kabul edilebilir hatta moda haline getirebilir. Öte yandan, tüketiciler bu yaşam biçiminden duygusal ve fonksiyonel tatmin buldukça, uzun vadede bu eğilim hız kazanabilir.

Yöntem Araştırma’nın Nisan 2020 Koronavirüs Kamuoyu Araştırması da bu görüşü destekliyor. Türkiye’yi temsil eden bu araştırmaya göre, virüs salgını sonrası insanlığın nasıl dersler çıkaracağı sorulduğunda cevaplayıcılar, sağlık tedbirlerinin artması, doğaya ve doğal yaşama verilen önemin artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi ve insanların daha duyarlı ve anlayışlı olacakları yönünde cevap vermişler. Koronavirüs, sağlığımızın aslında ne kadar hassas olabildiğini de bizlere göstermiş oldu. Sadece el sıkışarak ya da kalabalıkların içine karışarak virüse maruz kalabileceğimizi öğrendik. Virüslere karşı daha dirençli olmak için sağlıklı gıdalara ihtiyacımız olduğunun farkına vardık. Özellikle küresel ekonomide pek çok ürünün üretimini tamamen Çin’e ya da tarımı yine farklı ülkelerin gıda borsalarına bağımlı hale getirmenin ve küresel tedarik zincirlerinin, aslında ne kadar da büyük riskler taşıdığını görmüş olduk. Yerel üretimin değeri, küçük üreticiyi desteklemenin ne kadar hayati olduğu pandemi ile birlikte ezber bozmaya başladı. Önümüzdeki yıllarda çok katlı, daha az su ve enerji kullanarak yapılan tarıma geçileceği, sebze meyvelerin IP adreslerinin olacağı, evlerde tarım yapılacağı, suyun gerçek altın olacağı sürekli çeşitli platformlarda dile getirilirken, pandemi artık bunların kaçınılmaz olduğunu gösterdi bizlere.

Sonuç olarak; sürdürülebilir şekilde tüketmek ve yaşamak, ister gönüllü olsun ister zorunluluktan olsun, gezegene iyi gelecek. Sağlıkla kalın.

Koronavirüs: Hem Pandemi Hem de İnfodemi

Dünya Sağlık Örgütü Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, pandeminin ilanının hemen ardından dikkatleri
bir başka noktaya çekti. 15 Şubat’ta Münih’teki Güvenlik Konferansında “Sadece bir salgınla değil, aynı zamanda infodemi ile savaş halindeyiz” sözleri, yeni süreç açısından önemli bir uyarıydı. İnfodemi; aşırı ve asılsız bilgi veya haber salgınının, toplumda korku ve paniğe yol açarak, esas salgının yönetimini zorlaştırmasıdır.

Kimilerine göre sosyal medyadaki
panik koronavirüsten çok daha hızlı yayılıyor. Bir salgının erken dönemlerinde oluşan korku ve belirsizlikte, sosyal medya ve internet kanalıyla yayılan asılsız haberlerin rolü oldukça fazla ve maalesef bu küresel bir sorun. 2006-2017 arasında Twitter’daki doğru ve asılsız 126.000 hikayenin dağılımını inceleyen Vosoughi, Deb Roy ve Aral,
her kategorideki asılsız haberlerin gerçeklere göre çok daha hızlı, derin ve geniş bir alana yayıldığını tespit etmişti. Bir teoriye göre, insanlar yanlış bile olsa inanmak istedikleri savı (partizanlık, taraftarlık gibi nedenlerle) savunma
ve ispatlama eğilimindedirler. Başka
bir görüşe göre ise, asılsız habere yönelik inanç, yeterli derecede analitik düşünememenin bir sonucudur.

3446 katılımcıyla yapılan bir araştırmaya göre analitik düşünme, insanların asılsız haberleri ayırt etmesinde önemli bir role sahip. Daha analitik düşünen insanlar, gerçek ve sahte haber arasındaki farkı, daha rahat ayırt edebiliyor.

Öncelikle en çok yanlış haber tuzağına düşen gruplar için gerçeği görünür kılmak gerekiyor. Örneğin yaşlı ve eğitim düzeyi düşük bireylere doğruları iletmek için çaba sarf edilmeli. Yanlış / yalan iddialar erken yakalanmalı ve işin doğrusu tekrar edilerek mücadele edilmeli.
Bu konuda herkesin sorumluluğu olduğuna dikkat çekilmeli.

Güvenilir kaynaklardan gelen içeriğin, vakaların, verilerin sık ve şeffaf paylaşımı da belirsizlik dönemlerinde işe yarıyor. Elbette çok önemli bir konu da vatandaşlara yeni medya okuryazarlığı konusunda bilinç kazandırılması. Böylelikle, insanlar karşılarına çıkan içeriğe şüpheli yaklaşabilir ve kontrol etme ihtiyacı duyabilirler.

Asılsız iddialar ve gerçekler üzerine faaliyet gösteren www.teyit.org ve www. dogrulukpayi.com gibi platformlar ve geleneksel medyanın objektif, sorumlu haber kaynağı olarak güven vermesi özellikle bu gibi kriz durumlarında son derece önemli.