;
Politika

Gelişmiş Ekonomilerin İklim Kriziyle İmtihanı: Seller ve Yangınlar

Avrupa’nın kuzeybatısını seller, Amerika’nın kuzeybatısını ise sıcak hava dalgaları vururken, gelişmiş ekonomilerin yerel yönetimlerinin iklim krizi karşısındaki kırılganlığı akıllara bir soru getiriyor. Türkiye’nin bu kutuplaşmış ortamında, iklim krizinden sağ çıkabilecek miyiz?

YAZI: S. Sena AKKOÇ, Burcu GENÇ

Almanya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’da rekor yağışlar ile birlikte gelen sel, 240’ın üzerinde can alarak binlerce insanı yaraladı ve evinden etti. ABD ve Kanada’da ise sıcak dalgaları 500’den fazla insanın ölümüne neden oldu ve birçok bölgede enerji kesintilerine yol açtı. İklim değişikliğine bağlı olarak artan bu tür sorunların gelişmiş ülkelerde de sıkça görülmeye başlaması, iklim değişikliğinin etkilerinden kimsenin kaçışı olmadığını gösterdi. Almanya’daki selde en ağır kayıpları yaşayan Rhineland-Palatinate ve North Rhine-Westphalia eyaletlerinde 165 binin üzerinde insanın mağdur olduğu açıklandı. Belçika’da üçüncü en büyük şehir yerleşimi olan Liége’den ve Hollanda’da Meuse Nehri etrafındaki kasabalar ve köylerden binlerce insan tahliye edildi.

 

Diğer yandan sıcak hava dalgaları ile birlikte ABD’nin Kuzeybatı Pasifik bölgesi, Portland ve Oregon’da sıcaklıklar 46,1°C’ye yükselirken Washington ise 42,2 °C’yi gördü. Son haftalarda rapor edilen bazı ölümlerin sıcak hava dalgalarıyla ilgili olduğu düşünülüyor. Sıcak çarpması nedeniyle hastaneye gelenlerin sayısı ise giderek artıyor. Geçtiğimiz günlerde Oregon Mesleki Güvenlik ve Sağlık İdaresi, bir tarım işçisinin tarlada çalışırken sıcak hava dalgasına bağlı olarak hayatını kaybettiğini açıkladı.

Artan sıcaklıklar yalnızca kamu sağlığı için değil, ormanlar için de büyük bir sorun. Kanada’da geçtiğimiz haftalarda yaşanan sıcak hava dalgalarının ardından kontrol altına alınamayan 228 aktif orman yangını bildirildi. British Columbia’nın güneyindeki Lytton köyü, 49,6°C’ye ulaşan sıcaklıkların ardından bir orman yangını ile yok oldu. Kurak ve sıcak hava ise orman yangınlarını kontrol altına almayı oldukça zorlaştırıyor. Yetkililer, Kanada’nın batısında sıcak hava dalgalarına bağlı olarak 500’ün üzerinde ölüm olduğunu tahmin ediyor. British Columbia’da bir doktor olan Lisa Lapointe, The Guardian’a 700’ün üzerinde ani ve beklenmedik ölüm gerçekleştiğini açıkladı ve bu artışın bir önceki hafta yaşanan aşırı sıcaklarla ilgili olabileceğini söyledi.

Bu tür afetlerin giderek artması, iklim değişikliğinin sonuçları ile yüzleşme zamanımızın geldiğini gösteriyor. Yıllardır iklim krizine en büyük katkıyı sağlarken diğer yandan iklim krizine karşı altyapısını güçlendirmek için yatırımlar yapan gelişmiş ülkelerin son dönemlerde yaşadıkları krizler, iklim değişikliğinin sonuçlarından kimsenin muaf olmadığını gösteriyor.  Birleşik Krallık’ın eski Bilimsel Başdanışmanı ve çalıştığı yıllar boyunca hükümetini iklim değişikliği konusunda sık sık uyaran Sir David King, “Hiçbir yer güvenli değil… British Columbia’da sıcaklıkların 48-49°C’yi bulacağını kim bilebilirdi?” diyor. Bu krizlerin yönetimindeki sorunlar ise iklim krizine karşı dayanıklılık konusunda mevcut yönetim modellerini sorgulamamız gerektiğini gösteriyor.

Almanya’da federal yetkililer başarısızlıkları ile ilgili sorumluluk kabul etmezken suçu yerel yönetimlere attı. ABD ve Kanada ise iklim krizinin farkında olmalarına rağmen bu krizlere hazırlıksız yakalandı. Şehirlerin altyapıları da erken uyarı sistemleri de sellere, fırtınalara ve sıcak hava dalgalarına karşı oldukça dayanıksız. Kışı şiddetli fırtınalar ve soğuklarla atlatan Teksas’ta da soğuklar nedeniyle elektrik şebekeleri donarak kırılma noktasına gelmişti. Bu, ABD’de altyapının iklim krizine dayanıklı hale getirmek için bir çağrı olarak görülmüştü. Ancak yaz ayları geldiğinde ABD’de kabloların erimesi ve klimalar için aşırı güç kullanımı ile başa çıkılamaması nedeniyle birçok enerji kesintisi yaşandı. Geçtiğimiz haftalarda Portland’da tramvaylar bir süre kapatıldı. Batı Avrupa’daki sellerde binlerce köylünün içme suyuna, enerjiye ve doğalgaza erişimi kesildi.

İklim Değişikliği ve Buzdağının Görünen Kısmı

Giderek artmakta olan bu krizler, insan kaynaklı iklim değişikliğinden bağımsız olarak düşünülemez. Sanayi öncesi dönemlerden bugüne kadar endüstriyel faaliyetler nedeniyle gezegenin sıcaklığı 1,2 derece arttı ve emisyonlar artmaya devam ediyor. İklim değişikliği uzmanlarına göre ortalama 1,2 derecelik ısınma, çok daha ağır felaketlere neden olacak. Gezegen üzerindeki seragazı yoğunluğunun artmasıyla beraber küresel sıcaklıklar yükseliyor ve ısı dalgalarının hem sıklığı hem de yoğunluğu artıyor. İklim değişikliği nedeniyle ısınan atmosferin daha fazla nem tutabilmesinin de sel gibi felaketleri tetiklediği biliniyor.

Almanya’daki sel felaketi sırasında bazı bölgelerde 72 saat içinde 182mm’den fazla yağış görüldü ki bu temmuz ayında en yoğun yağışlı günlerin ortalamasından altı kat daha fazla. Batı Avrupa’da 100 yıldır görülmemiş yoğunlukta gerçekleşen yağışların sebebi ise yavaş hareket eden alçak basınç alanı ile sıcak ve nemli havanın oluşturduğu taşıyıcı kuşak. İklim değişikliği uzmanlarına göre önümüzdeki yıllarda bu tür aşırı yağış olayları daha da artacak ve Kuzey Amerika’da da görüldüğü gibi sıcak hava dalgaları, beraberinde selleri ve fırtınaları getirecek.

Araştırmalar, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki rekor sıcaklıkların insan etkili bir iklim değişikliği olmadan doğal olarak görülebilmesinin neredeyse imkansız olduğunu gösteriyor. Grönland’da sadece 27 Temmuz günü eriyen buz tabakasının ise Florida’yı 5cm su altında bırakmaya yeteceği söyleniyor. Uzmanlar, bu erimenin okyanus akıntılarını bozacağını, muson kuşağını, yağmur ve rüzgar modellerini değiştireceği konusunda uyarıyor. Grönland’da tüm dünyayı 7 metre su altında bırakmaya yetecek kadar buz tabakası var. Bu kelimenin tam anlamıyla, buzdağının görünen kısmı durumu.

Uzmanlar, Kuzeybatı Amerika’da görülen sıcaklıkların, bilgisayar modellemelerinin bundan 10-20 sene sonrası için tahmin ettiği seviyelerde olduğunu açıkladılar. Bu felaketler, iklim değişikliğinin gerçekleşme hızının bilimsel tahminleri geçtiğinin diğer bir işareti olarak algılanıyor. Şu anda yapılan açıklamalara göre Sanayi Dönemi öncesine göre küresel sıcaklıklar 1,2°C arttı. 1,2°C ile sadece 2020’de 30 milyon insan aşırı hava olayları nedeniyle yer değiştirdi. Küresel sıcaklıkların artışı 1,5°C ile sınırlandırılamaz ve 2°C’yi bulursa sıcak hava dalgalarının yaklaşık 420 milyon insanı daha etkileyeceği düşünülüyor. Artan sıcaklıklar ve düşük nem oranları da orman yangını riskinin iklim değişikliğine doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor. Havanın daha sıcak ve kuru hale geldiği durumlarda yangın riski de artıyor. ABD üzerine yapılmış bir araştırmaya göre, ortalama yıllık sıcaklıkların 1°C artmasıyla orman yangınlarında yanan alan %600’e yakın bir artış gösterecek.

Erken Uyarı Sistemi ve Yerel Yönetimler

Bilimsel tahminler, Almanya’daki sel felaketini veya ABD’deki aşırı sıcaklıkları öngörmekte yetersiz kaldı. Ancak yaşananlar, hükümetlere iklim değişikliği ile mücadelenin aciliyeti konusunda bir ders olmalı. Avrupa Sel Farkındalık Sistemi, felaket yaşanmadan önceki hafta sel bildirimleri yayınlayarak Batı Almanya, Luxemburg, Doğu Belçika ve Güney Hollanda’da yetkili makamları uyarmıştı. Ancak hangi kurumun veya yetkililerin vatandaşları uyaracağı yetkisi ülkelerin yasa ve düzenlemelerine göre değişiyor.

Hollanda Linburg’da tahliye uyarıları zamanında yapılırken Almanya’nın Rhineland-Palatinate ve Belçika’nın Liege eyaletinde tahliyeler için geç kalındı. Erken uyarı sisteminin yetersiz kaldığı bölgede insanlar sular içinde kaldıktan sonra kurtarılmaya başlandı. Erken uyarı sistemleri, bölgeler arası koordinasyondan yoksun olması nedeniyle eleştiriliyor. Bunun bedelini ise vatandaşlar ödüyor.

Yerel yetkililerin insanları tahliye etmedeki başarısızlıkları, Avrupa’da tartışmalara yol açtı. Yerel bir kriz durumunda yerele ve bireye odaklanan yönetim modelleri çok daha etkili ve hızlı çözümler üretebilirken büyük bir kriz söz konusu olduğunda merkezi hükümetin büyük bir rol oynayamaması üzerine tartışmalar sürüyor. Bunun arkasında ise yerel yönetimlerin büyük çaplı sorunları çözmek için gerekli teknoloji ve kaynağa sahip olmaması yatıyor. Bu nedenle Almanya’daki sel felaketi gibi bir sorunun yerel yönetim ile çözülmesi mümkün değil, zaten mümkün de olmadığına şahit olduk. İnsanları erken tahliye etme ve hasarları önlemedeki başarısızlıklar, erken uyarı için gerekli teknolojiye ve araçlara sahip olması beklenen Almanya için daha büyük bir soruna işaret ediyor: Gerekli bilginin zamanında iletilmesini sağlayan etkili ve koordine bir sistemin eksikliği.

Birleşik Krallık’taki Reading Üniversitesi’nde hidrometeoroloji alanında doktora araştırmacısı Jeff Da Costa’nın ailesinin Lüksemburg’daki evi de sele yakalanan evler arasında. Erken sel uyarı sistemleri üzerine çalışan araştırmacı, bu durumu bilim insanlarının uyarıları ile bölgedeki yetkililerin gerçekleştirdiği eylemler arasındaki boşluğun bir örneği olarak yorumluyor.  Lüksemburg’da da uyarılar halka ancak selden sonra ulaşmıştı. Kanada’nın British Columbia eyaletinde yüzlerce insanın hayatını kaybettiği sıcak hava dalgası sırasında ise ambulans ve acil yardım sıkıntısı yaşandı. British Columbia Acil Sağlık Servisi’nin 7/24 Acil Durum Koordinasyon Merkezini sıcak hava dalgasının sona erdiği gün açması eleştirildi ve sağlık servisi başkanının görevden alınması için imza kampanyası başlatıldı.

Ambulanslardan sorumlu kurum, sıcak hava dalgaları konusunda bilgi sahibiydi ancak personel desteği veya sevkiyat konusunda harekete geçmedi. Sağlık bakanlığı, ambulansların bütçesini artıracaklarına dair açıklama yapsa da bu yeterli bir çözüm değil. ABD’de ve Kanada’da ise insanlar, kendi içlerinde bu sorunlara karşılık bulmak için çözüm arayışlarına girip sokaklarda soğuk içecek dağıtmak gibi yollara başvursa da bölge yetkilileri sıcak hava dalgalarının yol açtığı krizlere yanıt vermekte başarısız oldu. Ambulansların yetersizliğinin yanı sıra eskimiş altyapı sistemlerinin, Teksas’taki deneyimden sonra bile, hâlâ değiştirmek üzerine çalışmalar olmaması tartışmaları alevlendiriyor.

Türkiye’de Neler Oluyor?

Türkiye’de düşük yağış ve kuraklık uyarıları Kasım 2020’den itibaren verilmeye başlanmıştı. Ocak ayında NASA’nın paylaştığı haritalarda bitki kök bölgeleri için önemli olan yüzeydeki nem oranlarının ciddi düşüklüğü görülebiliyor. Meteorolojik kuraklık, Temmuz aylarında Türkiye’de sıcaklık rekorları kırdıran uzun süreli sıcak hava dalgalarıyla birleşince orman yangınlarına zemin oluşturdu. Şimdilik yangınların sebebi belli değil, ancak şiddetinin iklim krizinden kaynaklı olduğu su götürmez bir gerçek.

Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında yayınlanan, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın “İklim Değişikliği ve Tarım” raporunda, önümüzdeki senelerde iklim krizinin Türkiye’de aşırı sıcak günlerin sayısının artacağını ve bunun ciddiyetle ele alınması gerektiği belirtiliyor. Tam bir yıl sonra orman yangınlarının şiddetini artıracağı bilinmesine rağmen merkezi yönetimden gelen farklı açıklamalar,  iklim krizine bağlı afetlerde aynı COVID- 19 krizinde görüldüğü gibi yetersiz olduğumuzu gözler önüne seriyor. Şiddetli rüzgarla birlikte iyice etkisini artıran orman yangınlarında günlerce süren uçak tartışması, Tarım ve Orman Bakanı’nın ve Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğun belediyelerde olduğunu açıklaması, bazı yerel yöneticilerin insanların “keşke benim evim de yansaydı” diyeceklerini söylemesi ve Meclis’ten orman arazilerine turizm ve madencilik izni çıkması, Türkiye’nin iklim eylemi konusundaki iddiasızlığını da gözler önüne seriyor. Bakanlıkların raporlarına rağmen, orman alanlarının korunması için herhangi bir yatırım gerçekleştirmeyen bakanlık ve merkezi yönetim, “sorumluluk belediyelerdedir” derken mevzuattaki boşluğu dayanak gösteriyor. Ancak belediyelerin vergi toplayamaması gerçeğinin, bu maddenin koşullarını hükümsüz kıldığı ortada.

Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin orman yangınlarına uçaklarla müdahale edebilmesi için bölgede yaşayanların Katma Değer Vergileri, Özel Tüketim Vergileri başta olmak üzere Deprem Vergisi gibi yan vergileri belediyenin toplaması zorunludur. Merkezi hükümetin, kriz yönetiminde sınıfta kalmasının sorumluluğunu partiler arası kavgaya konu etmesi,  doğal afetleri siyaset malzemesi haline getirmesi, Türkiye’nin iklim krizine olan kırılganlığının artmasına neden olmaktadır.  Bu akla şu soruyu getirmektedir? Sıcak hava dalgalarında elektrik kesintileri yaşanması durumunda telekomünikasyon altyapısını özelleştiren hükümetin, depremde olduğu gibi herhangi bir iletişim kesintisinde şirketleri sorumlu tutarak aksiyon almayacağı çıkarımını mı yapmalıyız?

Yapılması gerekenlere dair yol haritası ortada. Örneğin orman yangını olasılığı yüksek bölgelerde yapılacak olan imar düzenlemeleri, yapılar ile orman alanları arasındaki mesafeyi artırmak, binaların yapımında yangına dayanıklı malzemeler kullanılması ve yangınları önlemeye yönelik kaynakların artırılması, orman köylülerini desteklemek ve yerel toplulukları katılımıyla afet eylem planları oluşturmak orman yangını olasılığını azaltabilir. Ancak bu tür felaketlerin öncesinde etkili erken uyarı sistemleri ve kurtarma planlarını geliştirmek, insanların ve çevrenin en az hasarla bu krizleri atlatmasında hayati önem taşıyor.