;
Politika

“COVID-19 Krizine, Bir Diğer Krizin İçinde Yakalandık: İklim Krizi”

Greenpeace Akdeniz ekibi, 2020 yılında neler yaptıklarını İklim Haber için anlattı. Plastik sorunundan, hava ölçümlerinin sıklığına birçok alanda çevre sorunlarına değinen ekip, COVID-19’un sonlanacağını ancak iklim krizi tehdidinin devam ettiğini söylüyor.

Öncelikle pandemiden konuşmadan söze girmek olmaz. 2020 yılı boyunca herkesin planlarını altüst eden pandeminin,  sizin çalışmalarınız ve sürdürülebilirlik açısından nasıl bir etkisi oldu?

Pandeminin ilk dönemlerinde bizim de herkes gibi saha çalışmalarımız olumsuz yönde etkilendi. Ancak mevcut koşullara ayak uydurarak çalışmalarımızı bir şekilde sürdürdük, çünkü iklim krizi maalesef pandeminin sonlanmasını beklemiyor ve bu mücadelede kaybedecek zamanımız yok.  Video çekimlerimizi ancak ve ancak pandemi koşulları altında hem çekim yapan hem de röportajı veren kişiler için güvenlik koşulları sağlandığı sürece gerçekleştirdik, sahadan ziyade araştırmaya yönelik çalışmalara ağırlık verdik ve birçok bilimsel rapor hazırladık.  Youtube kanalımızda uzmanlarla çevrimiçi gerçekleştirdiğimiz röportajlara yer verdik. Pandeminin neden olduğu açığı farklı şekillerde kapatmaya çalıştık. Şu anda gerekli tüm önlemleri alarak saha çalışmalarımızı yürütmeye çalışıyoruz.

İkinci olarak, geçtiğimiz yıl hangi alanlarda çalışmalar yaptınız ve önümüzdeki yıl için neler planlıyorsunuz?

Geçtiğimiz yıl, şu çalışmaları yaptık:

Plastikten Kurtul: Avrupa Birliği, plastik pipet, plastik kulak çöpü, plastik tabak,  plastik çatal-bıçak takımı, plastik içecek karıştırıcıları, plastik balon çubukları,  okso-bozunur plastik ürünler,  köpük gıda kapları ve içecek bardaklarını yasakladı. Alternatifi olan bu ürünler Türkiye’de de yasaklanmalı. Üç tarafı plastiklerle değil, denizlerle çevrili bir Türkiye için bunu yapmalıyız. Greenpeace Akdeniz’in imza kampanyasına bugüne kadar yarım milyon kişi imza verdi.

Türkiye Çöplük Olmasın: Greenpeace Akdeniz, “Türkiye Çöplük Olmasın” diyerek başlattığı projede plastiklerin çevreye, deniz canlılarına ve en nihayetinde insan sağlığına yönelik tehlikelerine karşı plastik atık ithalatının yasaklanmasını talep ediyor. Türkiye henüz kendi çöpüyle baş edemeyen bir ülke. Atık yönetimi ciddi bir konu, kapsamlı altyapı ve denetim mekanizmaları gerektiriyor. Çin’in plastik atık ithalatı yasağının ardından Türkiye birdenbire gelişmiş ülkelerin çöplerinin yeni adresi oldu. 2019’da Türkiye Avrupa Birliği ülkelerinden en çok plastik atık ithal eden ülke oldu. Kontrolsüz,  denetimsiz, şeffaf olmayan çöp ithalatı Türkiye’nin kendi geridönüşüm sisteminde var olan sorunların daha da artmasına neden oluyor.

Kanal İstanbul’a Hayır: İstanbul’u eşsiz kılan sadece tarihi değil, aynı zamanda etrafını çevreleyen ışıltılı kıyıları ve görkemli doğası. Dünyanın en önemli doğal su yollarından İstanbul Boğazı,  Karadeniz ve Akdeniz’i birbirine bağlarken Marmara Denizi’ni de iki denizle buluşturuyor. Binlerce yılda oluşmuş bu çok hassas ekosistem dengesi Kanal İstanbul projesi ile altüst olacak. Üstelik İstanbul iklim krizinin etkilerine karşı daha da kırılgan hale gelecek.  İstanbul’a geri dönüşü olmayacak şekilde zarar verecek bu projeye karşı herkesin söz hakkı olmalı. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bu projeyi acilen iptal etmeli.

Okyanusları Koru: Mavi gezegenimiz iklim değişikliğinden plastik kirliliğine, petrol sondaj çalışmalarından yıkıcı denizcilik faaliyetlerine ve derin deniz madenciliğine kadar birçok neden yüzünden tehlike altında ve onu korumak hepimizin görevi. 2030 yılı itibarıyla okyanuslarımızın en az üçte birinde 30%’unda koruma alanları oluşturmak için dünya liderlerine baskı yapmalıyız. Birleşmiş Milletler’de güçlü bir Küresel Okyanus Anlaşması imzalanması için devletlere çağrıda bulunuyoruz.

Kahramanmaraş Nefes Alsın: Kahramanmaraş, 36 yıldır kömürlü termik santralların getirdiği yıkımla boğuşuyor.  Bölgede şu an aktif iki, yapılması planlanan da altı yeni santral var. Altı yeni santralın da devreye girmesi ile mevcut hava, su ve toprak kirliliği artacak. Maraş’ın temiz hava, su ve toprağa kavuşması adına Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan kömürlü termik santral projelerini iptal etmesini ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapmasını talep ediyoruz.

Havada Kalmasın: Hava kirliliğinin temel nedenlerinden biri PM2.5 (Partikül Madde 2.5). Hava kirliliği ile mücadele edebilmek için ülkemizde acil şekilde PM2.5 ölçümlerinin düzenli şekilde yapılması ve limit değerinin belirlenmesi gerekiyor. COVID-19 salgını,  temiz hava hakkının halk sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Kentsel hareketliliğin azalması ile belirli kirleticilerin havadaki yoğunluğu düşse de İstanbul gibi metropollerde ve kömürlü termik santrallara ev sahipliği yapan şehirlerde partikül madde kirliliği hep yüksek kaldı. Hava kirliliği ile mücadelede karar alıcıların söz konusu partiküllerle ilgili hızla bir sınır değer belirlemeleri ve havadaki partikül maddelerin söz konusu sınır değerlerin altında tutulabilmesi için hızla gerekli adımları atmaları gerekiyor.

Virüs, Gıdamızı Vurmasın: COVID-19  salgını Türkiye de dahil olmak üzere hiçbir ülkenin uzun vadede tarım ve gıda erişimi konusunda stratejik bir planı olmadığını gözler önüne serdi. Salgın koşullarında aralarında Türkiye’nin komşularının da bulunduğu 34 ülkenin ciddi boyutta gıda krizleri yaşayabileceği öngörülürken Türkiye’de de belli ürünlere erişimde sıkıntılar yaşanması olası. Tüm bu riskleri bertaraf etmek mümkün. Greenpeace Akdeniz, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bir çağrıda bulunarak hızla bir “Kriz Dönemlerinde Tarım ve Gıda Planı” hazırlayarak,  uygulamaya koyması çağrısında bulunuyor. Planla hedeflenen, Türkiye’nin kendine yeterli üretimi sağlayabilmesini sağlamak.

İklim değişikliği ve sürdürülebilirlik bağlamında, sizce sivil toplum çalışmalarındaki en büyük sorun nedir? Sivil toplum ve STK’lar bu sorunun değişimi için neler yapabilir? Genel olarak yurttaşlara ve kurumlara neler önerirsiniz?

İklim krizi ve bu krizin neden olduğu hava kirliliği ve diğer çevre sorunlarında kamu kurumları tarafından derlenen istatistiki verilere ulaşmak önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.  Veriye dayanan bir talep savunuculuğu, kamuoyunda yeni bir tartışma başlatmak ve karar vericileri ikna etmek için kilit bir öneme sahip. Mesela PM2.5’un havadaki yoğunluğunu ölçecek yeterli sayıda ölçüm istasyonuna sahip değiliz; bu sebeple tehdidin boyutlarına dair bilgiye ulaşmak mümkün olmuyor. Keza benzer bir durum iklim krizinin yakıcı etkilerini gözlemlemek istediğimizde de karşımıza çıkıyor. Artık doğal olmayan bu afetlerin neden olduğu can ve mal kaybını ortaya çıkarmak için başvurduğumuz Meteoroloji Genel Müdürlüğü aradığımız cevapları vermiyor. Öte yandan, katılımcılık ve şeffaflık politika yapım süreçlerindeki bir diğer engel. Karar vericiler düzenledikleri paydaş toplantılarını gerçekten sivil toplum ile işbirliği için mi yürütüyor, yoksa sadece vitrini süslemek için bir öğe olarak mı kullanıyor? Bu da cevaplanması gereken önemli bir soru. Sivil toplum olarak, katılımcılık sorununu aşıp, bürokrasi ile işbirliğini sağladığınızda bile mutabık olunan noktaların bürokrasinin üstünde bir yerlerde başka değişkenler tarafından tıkandığını görüyorsunuz. PM2.5 regülasyonunun yayınlanması ve hava kalitesi ölçüm kapasitemizi geliştirmemiz hususunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile aynı sayfada olsak bile yönetmeliğin taslaktan öteye gitmediğini ve henüz yayınlanmadığını görüyoruz. Krizleri birlikte yönetmek, vatandaşlar ve paydaşlar tarafından alınan kolektif kararların kamu politikasındaki işlevselliğini artırmak konusunda yönetme erkine sahip olanları ikna etmemiz gerekiyor.

Son olarak kamuoyuna yönelik mesajınızı veya çağrınızı almak isteriz…

COVID-19 krizi, tüm dünyada devletlerin yıllardır uyguladıkları büyüme/ kalkınma odaklı yaklaşımlarını yeniden tartışmaya açtı. Bu yaklaşımın, doğanın kaynaklarının sınırlı olduğu gerçeğini göz ardı ettiği, on yıllardır çevre mücadelesi veren toplumsal hareketler tarafından dile getiriliyor.  Dünya yaşadığımız sağlık krizine, başka bir krizin içinde yakalandı; iklim krizi. Bugün sağlık krizi ile mücadele ederken, iklim krizinin de hâlâ devam eden küresel bir tehdit olduğunu unutmamak ve bugünden ders almak yakın gelecekte hem bireylerin hem de karar vericilerin en büyük sorumluluğu.