;
Bilim

“Çocuklarımıza Felaket Bırakmamalıyız”

*EKOLOGOS tarafından hazırlanan “Linyit Yanmaz! Yakar!” adlı rapor, Türkiye’nin yerli ve milli enerji politikası çerçevesinde değerlendirmeye çalıştığı linyit yakıtlı termik santralları ele alıyor. İklim Haber olarak rapor kapsamında yayımlanan yazıları okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Haber: Nevra Yaraç

Eskişehir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. M. Akif Aladağ, “Havası temiz kentlerden biri olan Eskişehir’in havasını, suyunu kirletecek, çocuklarımızın da hastalanmasına neden olacak böyle bir yapının oluşmasına karşıyız” diyor.

Yapılması planlanan termik sant­ral, insan sağlığı için ne tür tehli­keler barındırıyor?

ÇED raporu üzerinden anlatmak çok daha anlaşılır olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2013’te hava kirliliği kanserojen etkendir dedi. En çok sebep olduğu boğaz, solu­num yolları kanseri, sonra mesane, cilt kanserleridir diye bir sıralama yapıyor. Bunun da en büyük se­beplerinden birisinin kömürlü ter­mik santrallar olduğunu biliyoruz. ÇED raporunda da biz aslında ultra süper kritik bir teknolojiyle bu işi yapacağız ve çok iyi tedbirler alaca­ğız, bacasından duman çıkmayacak, böylece de çevresel sorunlar yarat­mayacak deniyor. Ama ultra süper kritik santral, çevreye zarar verme­yen santral değildir. Sadece daha düşük maliyette daha yüksek enerji elde edebilme projesidir.

Baca gazından çıkan mikroskobik parçacıklar var. Bunlar PM2.5 ve PM10 dediğimiz partikül maddeler. Bu partikül maddelerin de solunum sistemi hastalıklarına neden olduğu­nu biliyoruz. Çevreyi kirleten kalı­cı organik maddeler var. Polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi aynı zamanda toksik maddeler, ağır me­taller söz konusu. Bu bacalardan cıva, kurşun arsenik kadmiyum ni­kel vb. çıkıyor. ÇED raporunda sa­dece kükürt dioksiti tutacağız bunu da kireçtaşı ile yapacağız deniyor. “Ne kadar kullanacaksınız? 35 yılda milyonlarca ton kireçtaşını hangi ocaktan alacaksınız? Bunların ÇED raporu yapılmış mı? Bunu nasıl ta­şıyacaksınız?” gibi detaylara girdi­ğinizde hiçbir bilgi yok. Kükürt di­oksiti tuttunuz, peki karbondioksit? Onu tutamıyoruz, zaten onu tutan bir teknoloji yok. Cıva, kurşunu da tutacak teknolojimiz yok. Atık külü nasıl depolayacaksınız, açık sahada tozunmayı nasıl önleyeceksiniz? Su­layacağız diyorlar ÇED raporunda. Kömürlü termik santrallardan çı­kan atık küllerde radyum dediğimiz radyoaktif bir element var sızıntıyla hem havaya hem suya karışabiliyor. Onunla ilgili bir tedbir de yok. Kim­yasal maddelerle bulaşmış ve toksik atık suyu Porsuk’a deşarj edeceğiz diyorlar. Deşarj etmeden önce bir tedbiriniz? Yok. Biliyoruz ki kükürt dioksit ve partikül maddeyi tutmak için yapılan filtreler çok ciddi ma­liyet ve enerjini bir kısmını oraya kullanmak gerekiyor. Yani %7,5 gibi bir enerji maliyeti olduğu söy­leniyor. Bu yüzden kömürlü termik santralların filtrelerini gündüzleri çalıştırıp geceleri havaya daha çok gaz ve partikül madde salındığını bi­liyoruz. Daha önce yaşandı bunlar.

Bunun üzerine biz de dava açtık. Ankara merkez TMMOB güzel bir çalışma yaptı. Su kullanımı, tarım ve Türkiye’nin elektrik enerjisi ihtiyacında kömürlü termik sant­ralların aslında yerinin olmadığı, onun yerine alternatif yöntemler olduğunu bunları da kullanmak için Türkiye’nin yüksek potansiyele sahip olduğu, bunların değerlendi­rilmesi gerektiği yönünde. Büyük­şehir Belediyesi de arazi kullanı­mı, çevre kirliliği ve verimli tarım arazilerinin kullanılamayacağını, uygulamaların hukuksuz olduğunu anlatan üç farklı dava açtı. Biz de kömürlü termik santralın etkilerine ve ÇED’deki eksikliklere yönelik yaptığımız tespitleri dava dilekçesin­de ifade ettik. Bu davaların normal hukuk normları içinde kazanılması gerekir, ÇED’in son derece yetersiz olduğu belliyken, yürütmenin dur­durulması, sonra da ÇED’in iptal olması gerekir. Ama normal hukuk normları içinde. Aslında kamuoyu bir davayı dikkatle takip ederse, o konuda duyarlı olduğunu hissetti­rirse hukuk normları uygulanıyor. Ama kamuoyu ilgisizse ne yazık ki uygulanmıyor. Bu yüzden Eskişe­hir kamuoyu olarak sadece hukuka havale ederek bu işi halledemeyiz, bizim de sürekli istim üzerinde ol­mamız, konuyu sürekli gündeme ge­tirmemiz, takipçisi olduğumuzu his­settirmemiz gerekiyor. Havası temiz kentlerden biri olan Eskişehir’in havasını suyunu kirletecek, çocuk­larımızın da hastalanmasına neden olacak böyle bir yapının oluşmasına karşıyız. Bu devletin enerji politika­sıdır, buna söyleyecek bir şey yok diyemeyiz. Enerji politikalarını be­lirlerken hem toplum sağlığını ko­ruyacak, hem ülkenin parasını heba etmeyecek, hem çevreyi ve doğayı koruyacak, hem de ihtiyacımız olan enerjiyi en temiz, en sağlıklı şekilde elde edebilecek, aynı zamanda dışa bağımlılığı da azaltabilecek yöntem­ler nelerdir diye bir planlama yapıp uygulanması gerekir. Türkiye artık bu tür alternatif enerji politikalarını yönetebilecek, planlamasını yapabi­lecek buna bütçe ayırabilecek; ka­pasite, insan birikimi, bilgi birikimi olarak da yeterli bir ülke. Bu neden­le kömürlü termik santralda ısrar edilmesi, ne yazık ki bize gerçekçi gelmiyor.

Üstelik 80 tane planlandığını düşü­nürsek…

Bütün ülkeyi dumana boğmak de­mektir bu. Bu güzelim kentleri, ovaları heba etmeye gerek var mı? Alpu Ovası şekerpancarının en çok üretildiği ovalardan bir tanesi. Şe­kerpancarı gibi doğaya katkısı olan, küspesinden hayvan yemi yapılabi­len, oksijen salan, toprağı verimli hale getiren bir bitkiyi kaldırıyorsu­nuz, yerine kömürlü termik santral dikiyorsunuz. Ondan sonra şeker fabrikaları gerekli değil deyip şeker fabrikalarını satıyorsunuz başka bir kanserojen olan nişasta bazlı şekeri dışarıdan ithal ediyorsunuz. Hani dışa bağımlılık bitmişti? Gıdada dışa bağımlılık çok daha tehlikeli bir ba­ğımlılık.

Termik santralın gıdaya, suya nasıl etkisi olacak?

Eskişehir’de toprağın altında ol­dukça iyi durumda bir su havzamız var. Şu anda 130-140 metreden su­yumuz çıkıyor, daha derinlerde de var. Bayağı büyük, akifer dediğimiz göletlerimiz var. Zaten DSİ orada çok ciddi yatırımlar yaptı. Bu yatı­rımların çoğu da yeni. Yanılmıyor­sam 30’a yakın sulama kooperatifi var. Çiftçilerin bu kooperatiflere borçları var. Su getireceğiz denen Gökçekaya Barajı kuş uçuşu yak­laşık 17 kilometre mesafede. Ama barajın olduğu kot yaklaşık 300 metrelerde, kömürlü termik sant­ralın kotu ise 900 metrelerde. Yani suyu 600 metre yukarı basmanız gerekiyor, yine enerji harcayarak. Bir de Türkiye’nin en güzel orman­larından biri olan Çatacık ormanın­dan geçirilmesi gerekiyor suyun. Buradan nasıl geçecek, kaç tane is­tasyon yapacaksınız, bu istasyonları nasıl yapacaksınız, bununla ilgili bir ÇED hazırlığınız var mı? Hayır, onunla ilgili bilgi yok. Su konusun­da deneyimli kişiler bunun çok zor olduğunu söylüyor. Suyun atığını deşarj edeceksiniz, kömürü çıkara­caksınız, açık alanda depolayacaksı­nız, açık alanda bu kömürün tozun­ması olacak, ıslak kömürün yeraltı suyuna karışan kimyasalları olacak, bunların hepsi ayrı bir çevre sorunu yaratacaktır. Zaten kömürlü termik santralların çevresinde bir müddet sonra oluşan asit yağmurlarına ve yeraltı sularının kirlenmesine bağ­lı tarımda verim düşüşleri oluyor. Önce yakın çevre, bir süre sonra da biraz daha uzak çevre ile Alpu’nun tümünü etkileyecek şekilde tarımsal arazinin kullanılmaz hale geleceğini düşünüyoruz. Oysa gelecekte insan­ların en büyük ihtiyacı ne olacak? Su ve yiyecek. 35 yıl sonra da bıra­kıp gidiyorsunuz ve orada bir fela­ketle karşı karşıyasınız. Radyoaktif sızan bir kül dağı, kirli bir yeraltı suyu ve kirlenmiş topraklar. 35 yıl sonra çocuklarımıza “biz ne içece­ğiz, ne yiyeceğiz, bize kanser mi bıraktınız” dedirtmemek için bu so­rumluluğu hisseden bir grup insan mücadele ediyor. Bütün bu müca­delede de destek olan herkese çok teşekkür ediyoruz.