;
Ekonomi Politika

Anket Sonuçları Umutlarımızı Tazeliyor

YAZI: Prof. Dr. A. Erinç Yeldan, Kadir Has Üniversitesi, Ekonomi Bölümü

Kabaca 1850’den itibaren sürdürülen gözlemler, sanayi devriminden bu yana, gezegenimizin yeryüzü sıcaklığının 0.9 ile 1.2 santigrat derece artmış olduğunu belgeliyor. Veriler ve bilimsel çalışmalar, söz konusu ısınmanın gezegenimizin doğal evrensel döngüsünün dışında, doğrudan doğruya insan eliyle yaratılmış antropojenik bir olgu olduğunu vurguluyor. Gezegenimizin yeryüzündeki ısı artışının ardında yatan en önemli etkenin, seragazları diye tanımladığımız karbondioksit, kükürt ve metan gazlarının atmosferde yoğunlaşmasından kaynaklandığı artık bilinen bir gerçek. Hesaplamalara göre söz konusu gazların gezegenimizin atmosferindeki yoğunluğu sanayi devrimine değin her milyon parça başına CO2 yoğunluğu ortalaması 200 ppm iken; bu rakamın özellikle 1950’lerden sonra hızla ivmelendiği ve günümüzde 400 ppm düzeyini aşmış olduğu vurgulanıyor.

Bilim insanları, eğer tedbir alınmaz ise seragazlarının bu biçimde yoğunlaşması sonucunda yerküremizin ısısındaki artışın 4 ile 8 dereceye ulaşacağı ve devam eden su, toprak ve hava kirliliği ile birlikte gezegenimizde artık insan yaşamına uygun ortamın geri dönülemez biçimde tahrip edilmiş olacağını vurguluyorlar.

İnsan yaşamıyla birlikte, gezegenimizde mevcut tüm bitki ve hayvan canlı türlerinin %70’inin yok olma tehdidi altında olduğu biliniyor. Isı artışıyla birlikte kuraklık ve açlık tehdidinin dayanılmaz boyutlara ulaşacağı; yepyeni bakteri ve parazitlerin ortaya çıkması ile birlikte tarımsal hasılanın düşeceği; sağlık sorunlarının şiddetleneceği ve gezegenimizde ekolojik bir soykırım yaşanacağı açık olarak öngörülüyor.

Dolayısıyla, artık söz konusu olan tehdit sadece bir iklim “değişikliği” olgusundan çıkarak doğrudan doğruya “iklim krizine” dönüştü. İklim krizinin küresel çalışma yaşamına ve küresel ekonomiye olan olumsuz etkileri şimdiden ürkütücü boyutlara ulaştı. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yapılan çalışmalar ısı stresine bağlı olarak yaşanan işgücü kayıplarının 1995’te 35 milyon kişi olduğunu; bu rakamın 2030’a gelindiğinde en iyimser senaryolar altında dahi, 80 milyon kişiye ulaşacağını belgeliyor. Küresel toplam işgücü arzının 3.6 milyar kişi olduğu düşünüldüğünde, sadece ısı stresine bağlı söz konusu istihdam kayıplarının küresel işsizlik oranında %1’e yakın bir artışı başlı başına yaratmakta olduğunu hesaplayabiliriz. Bu kaybın küresel ekonomiye gelir maliyeti ise 280 milyar dolar olarak hesaplanıyor ve bu rakamın 2030’da 2.4 trilyon dolara ulaşacağı öngörülüyor.

Bunun da ötesinde, söz konusu istihdam ve gelir kayıplarının gezegenimizin yoksul ve düşük orta-gelirli bölgelerinde yoğunlaşacağı ve özellikle Güney Asya ve Batı Afrika’nın yoksullarını tehdit edeceği tahmin ediliyor. Buna karşın günümüzün gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerindeki beklenen istihdam kayıpları ihmal edilebilir düzeyde görülüyor. Zira bu ülkeler çevreyi kirletici sanayileri çoktan dünyanın “çevre kirliliği cennetlerine” ve çalışma kamplarına taşımış durumda.

Dolayısıyla, iklim krizi bir yandan da bir iklim adaletsizliği ve küresel emperyalist sömürü sorunu olarak karşımızda duruyor. Nitekim, Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi’nden Prof. Dr. Nesrin Algan, örneğin ABD’de doğan bir bebeğin, Bangladeşli yoksul bir ailenin yeni doğmuş bebeği ile karşılaştırıldığında 6 yaşına değin tam 175 kat daha fazla karbondioksit emisyonu yaratmakta olduğunu; ve dolayısıyla iklim adaletsizliğinin bir ekolojik soykırıma dönüşmekte olduğunu vurguluyor. Nesrin Hoca iklim adaletsizliğinin sadece zengin-yoksul, ya da sermaye-emekçi karşıtlığının ötesinde cinsiyete dayalı eşitsizliği de artırdığını; kadınların ve özellikle yoksul genç kız çocuklarının gerek aile içerisinde doğrudan sosyal dışlanma, gerekse cinsel şiddete uğrayarak nasıl da sömürüye uğradıklarını örneklerle paylaşıyor.

Bütün bu gözlemlerin ve akademik çalışmaların gerçek yaşamda yankı buluyor olması sanırım en kıvanç verici sonuçlardan birisi. KONDA Araştırma’nın İklim Haber ile birlikte gerçekleştirdikleri “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020” çalışmasından elde edilen sonuç ve değerlendirmeler, Türkiye’de ankete katılan kişilerin büyük bir çoğunluğunun iklim krizinin boyutlarının farkında olduklarını; ancak belki daha da önemlisi, bu sorunların sorumlularının kim ve nerede olduklarını ve çözüm önerilerini de bilinçli olarak düşünmekte olduğunu paylaşıyor. Burada belki en kritik soru olarak gözlemlenecek olan, “İklim değişikliğine dair düşüncenizi şimdi okuyacaklarımdan hangisi daha iyi açıklıyor?” sorusunu, katılımcıların %71,4’ünün “İnsan faaliyetlerinin sonucudur” şeklinde yanıtlaması, kanımca iklim krizine karşı geliştirilecek mücadelede çok umut verici bir gözlem. Bunun yanında “İklim krizi diye bir şey yoktur” diyenlerin oranının ise sadece %6,5 düzeyinde kalması bizler için başka bir umut.

KONDA Araştırma’nın İklim Haber ile birlikte gerçekleştirdikleri “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020” Türkiye’de yeni yeşil düzen ve fosil yakıtlara dayalı üretim ve tüketim desenine son verilmesi çağrılarına verilen olumlu yanıtlarla umutlarımızı tazeliyor.