;
Politika

“Akademi Sahanın İçinde Olmalı Ancak Bu Gitgide Zorlaşıyor!”

2020/21 Mercator-İPM Kıdemli Araştırmacısı, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Fikret Adaman, neoliberal politikaların sadece günlük yaşamı değil, akademi hayatını da metalaştırdığını, bunun ise akademinin özerkliğine her geçen gün biraz daha müdahale edilmesine yol açtığını belirtiyor.

Bugün dünyanın her zamankinden daha çok nitelikli bilgiye ihtiyacı var. İnsanlığın sorunlarının çözülmesi için gereken bu bilginin üretilmesi gereken en önemli yapılar da elbette ki Akademi. Peki bilim camiası bu görevi yeterince yerine getirebiliyor mu sizce?

Akademi genel anlamda neoliberalizmden iki bağlamda ciddi hasarlar aldı ve almaya devam ediyor. Bunların etkileri ülkeden ülkeye ya da aynı ülkede üniversiteden üniversiteye değişiyor şüphesiz. İlki; neoliberalizmin her şeye parasal bir değer koyma hali… Bu da akademiyi giderek metalaştırmakta.  Bunun dar anlamda karşılığı piyasa değeri olmayan bir iş yapabilmenizin ya da (daha kötüsü!) piyasanın işleyişine eleştirel bir pozisyon alabilmenizin bir dizi nedenden dolayı o kadar da kolay olmaması. İkinci neden ise, birçok yerde otoriter bir yapıya evrimleşen neoliberalizmin akademik yapıların özerkliğinden hoşnut olmamaları ve buralara müdahale etmeleri. Bu da sonuçta akademik/mali/idari özerkliğin erozyona uğradığı bir ortamda sizin ne denli verimli ve özgür çalışabildiğiniz. Hele neoliberal yapıyla içiçe geçmiş devlet aygıtına yönelik sivri eleştiriler getirmeye başladığınızda devletin baskısını görebiliyorsunuz kısa zamanda. Türkiye özeline dönecek olursak; öncelikle akademik hayatın özerkliğinin sorgulanması gerektiğini düşünmekteyim. YÖK’ün sevk ve idaresi, sonuçta, kamu üniversitelerinde hiyerarşik bir yapı kurdu ve buna direnmiş birkaç yerinde “hizaya çekildiği”ni görmekteyiz.

Buradaki ana noktaya ilaveler yapmak gerekirse; akademinin politikalar üretilen sahalara inme ve ortaklıklar kurma anlamında yer yer güzel örnekler oluşturmasına rağmen genel anlamda sıkıntılar ve eksiklikler yaşadığını düşünmekteyim.  Bunun olası nedenlerinden biri yer yer ekoloji konusunda sığ anlamda politika yapılmasından dolayı akademinin bunun bir parçası olmaktan çekiniyor olması; bir başka neden ise sahaya inmenin politikalar üretmenin zor ve riskli olmasından dolayı akademinin bu süreçlerden çekinmesi. Ama üniversitelerdeki araştırma merkezleri üzerinden olumlu örneklerin oluştuğunu da memnuniyetle gözlemlemekteyim.  Devlet mekanizmasına baktığınızda ise, tabii istisnalar var, eleştirel görüş almaktan çekinen ve bunu kendine yapılmış bir tehdit olarak gören bir bürokrasi veya politikacılar ile karşı karşıya bulunulmakta. Bu durum da -çok şükür istisnalar var- beraberinde ortak hareket etmeye set vurmakta.

Kendi alanınızda dünyada ve Türkiye’de hangi çarpıcı araştırmalar var? Genç araştırmacıların konuyla ilgilenenlerin, hangi araştırmacıları, akademisyenleri takip etmesini önerirsiniz?

Bu alanda çok farklı disiplinlerin içerisinde çok zengin çalışmalar yapılmakta: Genel denge modelleriyle yeşil ekonomiye geçmenin etkilerini inceleyen çalışmalardan tutun da çevre hareketlerinin sosyopolitik değerlendirilmesinin yapıldığı çalışmalara, biyoçeşitlilik atlası oluşturmadan tutun da döngüsel ekonomiye, feminist literatürle ekoloji literatürünü harmanlayan çalışmalardan tutun da doğaya verilen değerin tahmin edilmesine kadar önemli katkılar gerçekleşmekte. Son yıllarda, malum,  müşterekler ve küçülme üzerine çalışmaların katlanarak artmakta olduğunu da gözlemlemekteyiz. Yeni alanların oluşmaya başlaması da heyecan verici: ekoloji ve sosyal politikalar gibi.  Bu alanda detaylı ve sürekli yenilenen bir stok çalışması yapılmadığından ve kimi akademik çalışma yabancı dilde ve keskin bir alan jargonuyla kaleme alınmış olduğundan envanterin ne olduğunu bilmek, kimin nerede ne yaptığından haberdar olmak çoğu zaman zor oluyor. Ama son zamanlarda farklı disiplinlerden gelenleri aynı platformda buluşturmayı hedefleyen girişimler var ve sanırım bunların oynadığı rol gerçekten çok önemli. Açık Radyo yıllardır bu işi yapmakta örneğin. İstanbul Politikalar Merkezi, özellikle iklim alanında, çok değerli çalışmaların sinerji yaratmasına vesile oldu, olmaya devam ediyor. Özyeğin Üniversitesindeki Sürdürülebilirlik Birimi, Boğaziçi Üniversitesindeki İklim Merkezi, İnsani Kalkınma Merkezi, SDSN aklıma hemen gelen diğer örnekler… Tarım ve gıda konusunda giderek artan bir ilgi var. Karbon ekonomisi ve buradan çıkış yollarının patikası kafa yorulan bir başka alan. Ama tabii daha geniş düşünmemiz de lazım: Yosundan yüksek proteinli gıda üretimi için ya da yeşil enerji politikalarının gerçekleşme koşullarına kafa yoran meslektaşlarımızı da katmamız lazım örneğin…

Kendi çalıştığınız alandan baktığınızda, bu konuda bilgi üretmek isteyenler artıyor mu? Hangi konularda ilgi ve araştırma isteği daha yoğun?

Çok can alıcı bir konuyla ilgilenmekteyim.  Ama, 1990’ların sonunda –bu işlere akademik olarak ilgi duymaya başladığım zamanlar- genelde ekoloji işleri özelde iklim olayı dar sayılabilecek bir grubun çalışma alanıydı. Öyle ki, iklim meselesinde konuşmaya başladığınızda 10 kişiden 9’u “yine abartacak bu” bakışları atmaya başlarda daha ilk cümlenizi bitirmeden. Ama artık bugün ekolojik sorunların can yakmaya başlaması ve herkesin kafasına dank etmesi söz konusu… Akademinin bu değişimi yansıtmakta olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Genel anlamda ekolojinin hem sosyal hem temel bilimlerdeki alanlarına hem de mühendislikteki karşılığına ilginin çok arttığını görüyorsunuz.  Kendi alanıma bakacak olursam,  ekolojinin hem ekonomi hem politika hem sosyoloji hem coğrafya bilimlerinin alt dallarını oluşturduğunu görüyorsunuz ve buralara ilgi duyan genç arkadaşların sayısının artmakta olduğunu gözlemliyorsunuz.

Şu anda bu bağlamda hangi konu veya konular üzerine çalışıyorsunuz?  Hangi konularda araştırmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz? Genç akademisyenleri bu alanda nasıl yönlendirmek istersiniz?

Benim iki derdim var bu alanda: Ekolojik ekonominin teorisine kafa yormak ve Türkiye’de ekolojinin ekonomi politiğini anlamaya çalışmak. Son dönemlerde tarım ve gıda başlıklarıyla daha yakın ilgilenmeye başladım. Bu çabalarımda çok değerli arkadaşlarımla çalışma imkânı buldum ve ne mutlu ki yeni katılımlar artmakta… İlk başlık da ikincisi de içinde bulunduğumuz neoliberal sistemin doğa üzerindeki yıkıcı etkilerini anlamaya çabalıyor ve alternatif patikaların oluşumuna katkı sunmayı hedefliyor; ilki kuramsal ve genel anlamda, ikincisi Türkiye özelinde Günümüzde uzmanlaşma çok arttı. Bu bir yandan güzel, bir alanın tüm detaylarına hâkim olma hali. Ama diğer yandan yukardan bakma yani geneli görme yetisini azaltmakta. Sanırım bunun en kolay ve etkili çözümü disiplinler arası ve ötesi çalışmalara girmek. Bu noktada hem Türkiye’de hem dünyada fazla başarı örnekleri bulamıyorsunuz. Bunu yapabilmek gerek diye düşünmekteyim. Bir diğer husus, yukarıda da kısaca değindiğim üzere, akademi ve saha arasındaki köprülerin yeterli seviyelerde kurulamamış olması. Akademisyen,  gerektiğinde devlet kurumuyla da, yerel yönetimle de, sivil toplumla da ve aktivistlerle de çalışmak durumunda!  Alanının jargonuyla ve yabancı dilde yazılmış bir çalışmanın buraya katkısı çok sınırlı olmak durumunda; öbür taraftan Türkçe yayın basan ve akademik anlamda kalitesi yüksek yayınevi ve dergi sayısının yok derecede az olması da söz konusu.