;
Ekonomi Politika

“Adil Dönüşümün Temelinde İklim Adaleti Yer Alıyor”

ILO Türkiye Ofisi Direktörü Numan Özcan, adil geçişin risklerinin, maliyetinin ve fırsatlarının, bölgeler ve topluluklar arasında önemli ölçüde farklılık gösterdiğini belirterek, “Dahası, geçişin etkileri hem ekonomik açıdan sektörler arasında, hem de içinde ve sosyal gruplar arasında farklılık gösterecektir. Bu da hedefli ve bütünsel politika yaklaşımlarının benimsenmesini gerekli kılıyor” diyor. Bunun yanı sıra Özcan, iklim değişikliği çerçevesindeki eylemlerin daha önceki eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri tekrarlamaması gerektiğini vurguluyor.

YAZI: Burak YALÇINYİĞİT, Bulut BAGATIR

Öncelikle ILO “Adil Dönüşüm” kavramını nasıl tanımlıyor? Adil Dönüşüm temelde ne vaat ediyor ve  insana yakışır iş kavramı ile nasıl bir ortaklık kuruyor? Bu iki kavram birbirini nasıl tamamlıyor? “Adil Geçiş” kavramını iklim adaleti üzerinden nasıl okumak gerekiyor?

“Adil Geçiş” (Just Transition) kavramı, işçi sendikalarının çevre koruma politikalarının uygulamasının yaygınlaşması sebebiyle işini kaybetme riski taşıyan işçilere yönelik destek ve koruma talebinden doğdu. 1993 yılında ABD Petrol, Kimya ve Atom İşçileri Sendikası Başkanı Tony Mazzocchi, yeni çevre koruma yönetmeliklerinin yürürlüğe girmesiyle küçülmeye giden işletmelerdeki işçiler için mali destek ve eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak bir fon kurulması talebini ilk kez dile getiren kişi oldu. O günden bu yana, Adil Geçiş kavramı işçiler için iş yaratma  ve çevreyi koruma ihtiyaçlarının birbiriyle çelişmemesi olgusunu ortaya koyar.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Birleşmiş Milletler’in (BM), çalışma yaşamındaki uzman kuruluşu olarak uluslararası çalışma standartları oluşturuyor. Bunun yanı sıra çalışma yaşamındaki hakları destekliyor, insana yakışır iş fırsatlarını özendiriyor, sosyal korumayı ve çalışma yaşamına ilişkin diyalog ortamını güçlendiriyor.

ILO Türkiye Ofisi’nin misyonu ise, ILO’nun temel önceliklerinin, standartlarının, politikalarının ve deneyimlerinin yaygınlaştırılması için hükümetle, işçi ve işveren örgütleriyle aktif bir işbirliği içerisinde çalışarak, herkes için insana yakışır işlerin hayata geçmesi için Türkiye’de güçlü, görünür ve proaktif bir konuma sahip olmak.

Söz konusu misyon çerçevesinde ILO Türkiye Ofisi olarak, uluslararası çalışma standartlarının Türkiye’de etkin biçimde hayata geçirilmesi için çalışıyoruz. Herkes için insana yakışır iş fırsatlarını yaygınlaştırmaya, çalışma koşullarını iyileştirmeye ve sosyal adaleti geliştirmeye yönelik faaliyetler yürütüyoruz.

Savunucusu olduğumuz insana yakışır iş ve sosyal adalet kavramları ise adil geçişe dair tüm unsurları içerisinde barındırıyor. İnsana yakışır işler; üretken ve adil bir ücret getiren, işyerinde güvenli ve ailelere sosyal koruma sağlayan, kişisel gelişim ve toplumla bütünleşme açısından daha iyi fırsatlar sunan, insanların kaygılarını serbestçe dile getirme özgürlüğüne sahip oldukları, örgütlenerek yaşamlarını etkileyen kararların alınmasına katılabildikleri ve tüm kadınlar ve erkeklerin eşit fırsatlardan yararlanıp eşit muamele gördükleri işlerdir.

İnsana yakışır iş, sadece bir işten fazlasıdır. Hayatları dönüştürebilir, adil, üretken ve herkesi içine alan toplumun temelidir.

Dolayısıyla “Herkes için insana yakışır iş ve gelişen sosyal adalet” hedefimize ulaşmanın yolu dünyayı ve bugün içerisinde bulunduğumuz sorunları çevresel, sosyal ve ekonomik koşulları kapsayan bütüncül bir yaklaşımla ele almaktan geçiyor.

Geleceğin iş dünyasında ekonomik doku, çevresel sürdürülebilirlik ve toplumsal olarak kapsayıcı üretim ve tüketim temelleri üzerinde yeniden oluşturulmalı. Sürdürülebilir ve yeşil toparlanmayı desteklemek için, daha yeşil ve döngüsel ekonomiye yönelik politikalar ve yatırımlar gerekli. Hedeflediğimiz yeşil toparlanma, ekonomik ve sosyal boyutları dikkate almadan sürdürülebilir olmayacak.

Sosyal Diyalog

ILO olarak, ekonomi, işletme ve işlerin yeşillendirilmesinden bahsederken, bu kavramı sürdürülebilir işletmeler ve yoksulluğun ortadan kaldırılması bağlamında değerlendiriyoruz. Hem kamuda hem de özel sektörde ekonomilerin, bugün içinde bulunduğumuz iklim değişikliği krizini çok yönlü ele almaları ve yeşil ekonomiye adil geçişleri için tüm dünyada politikalar geliştirilmeli.

Şüphesiz ki bu durum, sürdürülebilir işletmeler için elverişli bir ortam, yeşil yatırım ve sürdürülebilir üretimi teşvik eden elverişli yasal çerçeve yoluyla sağlanabilir. Bu çerçeveyi oluşturmada ise hükümet, işveren ve çalışanların karar alma süreçlerine aktif katılımlarının sağlanması, yani sosyal diyalog ortamının yaratılmasında ILO olarak çalışmaya devam ediyoruz.

Adil, üretken ve tüm çalışanları kapsayan bir yapı için hükümetler, işçi ve işveren el ele vermeli. Etkin, verimli ve insana yakışır koşullar sunan bir çalışma hayatını temenni değil, gerçek yapmak için sosyal diyalogun önemi büyük.

Kısacası BM sistemi bünyesindeki tek üçlü yapı kuruluşu olarak ILO, sosyal diyalogu ekonomik dayanıklılık, insan sağlığı ve çevresel sürdürülebilirliği kapsayan bir şekilde ele alıyor ve bu yaklaşımı bulunduğumuz tüm yapılarda teşvik ediyoruz.

Uluslararası Çalışma Standartları

ILO, aynı zamanda herkes için özgür, eşit, güvenli ve onurlu koşullarda insana yakışır iş ve üretken iş olanaklarını teşvik eden ve hak, yükümlülük ve rehberleri belirleyen uluslararası çalışma standartları (UÇS) sistemini ortaya koyuyor.

UÇS, iklim değişikliğiyle mücadele bağlamında insana yakışır işleri sağlamak için, yeşil toparlamaya da ilişkin özel rehberlik içeriyor. 2017 tarihli ve 205 sayılı Barış ve Dayanıklılık için İstihdam ve İnsana Yakışır İş Tavsiye Kararı, krizle mücadele önlemlerinin çalışma yaşamında temel ilke ve haklar ile tüm insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygının temin edilmesi gerekliliğini vurguluyor.

Tavsiye Kararı, “sürdürülebilir ekonomik büyüme ve sosyal ilerlemenin bir yolu olarak çevresel bakımdan sürdürülebilir ekonomiye adil geçiş ihtiyacını” dikkate almayı da içeren rehber ilkeleri ana hatlarıyla ortaya koyuyor. Tavsiye Kararı ayrıca, krizle mücadele için, toparlanmayı mümkün kılmak ve dayanıklılık oluşturmak için çevresel bakımdan sürdürülebilir ekonomiye adil geçişi desteklemek dâhil uyumlu ve kapsamlı stratejiler uygulayan, aşamalı ve çok kanallı yaklaşımın benimsenmesine dayanan stratejik yaklaşımlar öneriyor.

Ayrıca, istihdam ve gelir yaratma olanaklarına olarak şunu vurguluyor: Hükümetler, sosyal ortaklara danışarak, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve sosyal ilerleme yolu olarak ve yeni işler ve gelir olanakları yaratmak için çevresel bakımdan sürdürülebilir ekonomiye adil geçişi kolaylaştırmak amacıyla, ulusal emisyonları azaltma ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaya yönelik Ulusal Katkı Beyanları’na dayalı önlemleri uygulamaya koymalı.

ILO, 2015’te herkes için çevresel bakımdan sürdürülebilir ekonomiler ve toplumlara adil geçiş için üçlü rehber olan Adil Geçiş Rehberi’ni kabul etti. ILO Rehberi, yeşil geçişten olumsuz etkilenebilecek kişiler için geçim kaynakları güvenliğinin sağlanması, toplumların kapsayıcı olması, herkes için insana yakışır iş olanaklarının sağlanması, eşitsizliklerin azaltılması ve yoksulluğun etkili biçimde ortadan kaldırılması gereğini vurguluyor. Sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları birbiriyle güçlü biçimde ilişkili; kapsamlı ve uyumlu politika çerçevesinde ele alınmaları gerekiyor. ILO Rehberi, hükümet ve sosyal ortaklar için bu dönüşüm sürecini yönetmede bir dizi pratik araç sağlıyor.

2017 tarihli ve 205 sayılı Barış ve Dayanıklılık İçin İstihdam ve İnsana Yakışır İş Tavsiye Kararı, tüm uluslararası çalışma standartları külliyatı ve herkes için çevresel bakımdan sürdürülebilir ekonomi ve toplumlara adil geçiş için ILO Rehberi yeşil toparlanmaya yönelik program ve girişimlerin başarılı biçimde uygulanması için vazgeçilmez.

Bu nedenle, sadece yeşil olmanın yanı sıra, daha sürdürülebilir bir kalkınma modeline geçiş sosyal açıdan da adil olmalı.

İklim adaleti kavramı da adil geçişin tam merkezinde yer alıyor. İklim değişikliğine yönelik alınan aksiyonların mevcut adaletsizlikleri tekrarlamamalı veya büyütmemeli.

Nüfusların iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarını hafifletme veya bunlara uyum sağlama yeteneği, gelir, ırk, sınıf, cinsiyet, finansal ve siyasi temsil gibi faktörlerle şekillenir. Tüm dünyada belirli diğerlerine göre daha kırılgan topluluklar var.

Bu kırılganlıklar iklim değişikliğinden kaynaklanan riskler, ekonomik ve refah kaybı, sağlığa zarar ve işgücü üretkenliğinde düşüşe ve kimi zaman zorunlu göçe de sebep olabiliyor. Bu risk faktörleri, insana yakışır işin sağlanması için önemli zorluklar yaratıyor. Çoğu durumda, kayıt dışılık ve insana yakışır iş açıkları ile öne çıkan sektörlerdeki işler, mesela, tarım gibi sektörlerde çalışanların ve toplulukların daha yüksek kırılganlıkları nedeniyle iklim etkileriyle daha da zayıflıyor.

İklim değişikliğinin neden olduğu çevresel bozulma, yoksul kesimleri orantısız bir şekilde etkiliyor. 2014 yılında, çoğunluğu Küresel Güney’de bulunan 19,3 milyon insan doğal afetler nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldı. Önümüzdeki yıllarda, iklim değişikliğinden kaynaklanan afetlerin, geçim kaynakları kayıplarını ve sosyal düzensizlikleri artırması bekleniyor. Bunların tümü zorla yerinden edilme ve göçleri de artıracak. Ayrıca yoksul ve sosyal güvenceden yoksun kesimler, çevresel felaketlerden en çok etkilenecek, aynı zamanda afet yardımlarından da diğer kesimlere nispeten daha az faydalanabilecekler.

İklim değişikliğinin etkilerinden en çok onlar etkilenirken, diğer yandan bu konuda karar alma ve siyasi süreçlerde görece daha az söz sahibiler. İklim adaletini sağlamak için, dezavantajlı ve kırılgan grupların planlama ve politika oluşturma süreçlerine dahil olması gerekir. Böylece tüm bireyler kendi geleceklerinde söz sahibi olabilir ve azınlık gruplarının değişen bir iklime uyum sağlamak için kaynaklara daha fazla erişim sağlamasının yolu açılır.

Bununla birlikte iklim değişikliğinin cinsiyet eşitsizliğini de artırıcı etkisi var, kadınların ekonomik açıdan bağımsız olma becerilerini azaltır  ve özellikle tarımın genel ekomomideki payının yüksek olduğu ekonomilerde kadınların sosyal ve siyasi hakları üzerinde genel olarak olumsuz bir etkiye sahip.

Kısacası adil geçiş, iklim adaletinin sağlanmasında da çok önemli kapılar açacak.

Görüşme gerçekleştirdiğimiz işçiler adil geçiş sürecinde söz hakkı istediklerini, işçilerin sorunlarıyla konu hakkında çalışan STK’ların ve sendikaların ilgilenmediklerini belirttiler. Böyle bir ortamda işçilerin talebinin hayata geçmesi için neler yapılabilir? Bunun yanı sıra Türkiye’de olası bir adil geçiş sürecini yönetirken, Türkiye’nin de şartlarını da göz önünde bulundurarak, nelere dikkat edilmesi gerektiğini söylersiniz?

ILO Adil Geçiş Rehberi, adil ve kapsayıcı ekolojik dönüşümü desteklemek için gerekli temel piyasa politika ve araçlarını belirliyor. Rehber, herkes için insana yakışır iş ve adil geçişi temin ederken çevresel sürdürülebilirliği teşvik etme potansiyeline sahip önlemler üzerine bu tür diyalog süreçlerini ve kararlarını bilgilendirmeye katkı sağlayabilir.

Adil bir geçiş için stratejiler ve politikalar müzakere edilirken, sektörlerin ve coğrafi bölgelerin ülke ve ekonominin içindeki farklılıklar gözetilmeli. Bölgesel kalkınma seviyelerindeki farklılıklar, iklime bağlı riskler ve demografik yapı faktörler ve bunları oluşturan koşullar değerlendirilmeli, her duruma ve koşullara uygun özgün yaklaşımlar geliştirilmeli. Tüm durumlara uyan tek bir reçete yok. Yani, adil geçişin riskleri, maliyeti ve fırsatları, bölgeler ve topluluklar arasında önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Dahası, geçişin etkileri hem ekonomik açıdan sektörler arasında, hem de içinde ve sosyal gruplar arasında farklılık gösterecektir. Bu da hedefli ve bütünsel politika yaklaşımlarının benimsenmesini gerekli kılıyor.

Ayrıca adil bir geçiş, sürdürülebilirliğin ekonomik, çevresel ve sosyal boyutlarıyla bağlantılı çok sayıda politika alanını birlikte değerlendirmeyi gerektiriyor. ILO dokuz politika alanına mutlaka inceleme ihtiyacını vurguluyor: i) makro-ekonomik büyüme politikaları, ii) endüstriyel ve sektörel politikalar, iii) kurumsal politikalar, iv) beceri geliştirme ihtiyacı, v) iş güvenliği ve sağlığı, vi) sosyal koruma politikaları, vii) aktif işgücü piyasası politikaları, viii) haklar ve tabii yine en önemlisi, ix) sosyal diyalog.

Geçiş bağlamında, sosyal politikalar ikili bir işlev görebilir. Bir yandan, sosyal yatırım perspektifini izleyerek, işçilere daha yeşil bir ekonomiye katılmak için gerekli beceri ve yetkinlikleri sağlamak gerekecek. Bu bağlamda, eğitim, yaşam boyu öğrenme ve aktif iş gücü piyasası politikaları temel olacak. Öte yandan, sosyal müdahaleler, değişimlerden daha olumsuz etkilenenlere özellikle dikkat ederek geçiş sırasında bireyleri ve toplulukları korumalı. Sağlık, gelir güvenliği ve sosyal hizmetleri sağlamak için güçlü (ve gerektiğinde yenilikçi) sosyal koruma sistemleri mevcut olmalı. Ek olarak, sosyal mevzuat, işte temel ilkelere ve haklara saygıyı sağlamalı.

Bu türden bir dizi politika alanında başlatılan girişimlerin çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik üzerindeki birleşik etkilerini değerlendirmek zorlu bir görev. Bu nedenle, tüm seviyelerde ve ilgili tüm aktörler için kapasite geliştirme sağlanmalı. Özellikle, karar vericilere ve paydaşlara, öngörülen veya uygulanan önlemlerin (çevresel, ekonomik ve sosyal) sonuçlarının ön etki değerlendirmesine ve sonradan değerlendirilmesine izin veren sağlam göstergeler ve veriler sağlanmalı.

Tutarlı adil geçiş politika çerçevelerinin detaylandırılması -alınan kararların çeşitli bölgesel sonuçlarını da hesaba katarak- önemli ölçüde politika entegrasyonunu gerektirecek. Bu, ancak farklı yönetişim düzeylerindeki kurumlar içinde ve arasında, yani kamu, özel ve sosyal aktörler arasında koordinasyona izin veren kurumsal düzenlemelerin oluşturulmasıyla başarılabilir.

Bununla birlikte adil geçiş yukarıdan aşağıya bir süreç olamaz; daha çok sosyal uzlaşmaya dayanmalı. İlgili paydaşlara anlamlı yollarla danışılmalı ve özellikle strateji ve politikaların oluşturulmasında, kararlaştırılmasında ve uygulanmasında her düzeyde sosyal diyalog sağlanmalı.

Öte yandan sürdürülebilir, düşük karbonlu bir ekonomiye doğru (adil) bir geçişi teşvik etmek, çok büyük miktarda mali kaynak gerektirecek. Bu bağlamda, hem kamu hem de özel yatırımların çevresel açıdan sürdürülebilir faaliyetlere doğru harekete geçirilmesi çağrısında bulunurken ILO, özellikle hükümetlerin ve kamu otoritelerinin -kamu yatırımları yoluyla- ekonominin yeşillendirilmesi yolundaki etkili rolü

Adil dönüşüm konusunda dünyadan iyi ve kötü uygulama örnekleri alabilir miyiz? Özellikle Türkiye ile kömür kullanımı açısından benzer şartlarda olan ülkelerden?

Dünyada karbon emisyonlarının ana kaynaklarından biri olan kömürün gelecekte enerji arzının karşılanmasında yerinin olmaması gerekir ama aynı zamanda kömür ile ilişkili sektörlerde çalışan işçilere de bir gelecek temin edilmesi şart. Adil geçiş kavramının uygulanılmasına karar verilip de kötü bir örnek ile sonuçlandığını görmedim. Mekanizma işletildikten sonra mutlaka nispeten de olsa olumlu sonuçlar doğuracağını düşünüyorum. Bu anlamda iki iyi örnekten bahsedebilirim.

Almanya’nın deneyimi, aktif işgücü piyasası politikaları, sosyal koruma, yeniden eğitim çabaları ve kömür endüstrisine en çok bağımlı bölgelerin ekonomik çeşitlendirilmesi dahil, iyi planlanmış ve tasarlanmış adil geçiş stratejilerine olan ihtiyacı tüm ülkelere hatırlatan iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Almanya’nın kömür madenciliği endüstrisindeki toplam istihdam 1960’ların başlarında yaklaşık 750 binden günümüzde yaklaşık %96 düşüşle 30 bin sayılarına indi. Bu durumda otomasyon ve ithalattan kaynaklanan artan rekabetin ana itici faktör olmasının etkisi vardı. Ancak iklim kriziyle başa çıkmak için bu durumdan çıkan dersler var.

Ortaya çıkan önemli bir ders, başarılı bir geçişin zaman alması, geleceğe yönelik güçlü bir vizyon ve yeterli kaynaklar. İşçilerin üçlü yapının bir parçası olarak sürece dahil edilmesi, bir dizi işgücü piyasası politikasını kapsayan çözümleri kolaylaştıran önemli bir faktör oldu. Örneğin, binlerce kömür işçisi için, işçilerin emeklilik ödemelerine hak kazanana kadar geçen süreyi kısaltmak için beş yıla kadar geçiş ödemeleri içeren bir erken emeklilik planı geliştirildi. Daha genç çalışanlar için, eğitim konusunda uzmanlaşmış ajansların yardımıyla başka işler bulmaya yönelik çalışmalar yapıldı ve yüksek öğretim kurumları ve teknoloji merkezleri kurularak kömür ve çelik merkezli ekonomiye alternatif olarak bilgiye dayalı bir ekonominin temelleri atıldı.

Fransa’ya baktığımızda ise  2018’de aktif olan termik santrallarının 2022’ye kadar kapatılması kararı alındı ve bu hedefi gerçekleştirmeyi amaçlayan bazı adımları belirleyen 2019-2028 dönemi Ulusal Enerji Planı yayımlandı. Ayrıca yeni fosil yakıtla dayalı üretim yatırımlarına da yasak getirildi. Bu uygulama, sendikalar da dahil olmak üzere çok sayıda paydaşı içeren kapsamlı bir danışma süreciyle yürütüldü.

İlgili bakanlıklardan ve endüstriyel sektörlerden uzmanlardan oluşan yönlendirme komitesi, yapısı gereği disiplinler arası çalıştı ve gerektiğinde sektöre özgü alt komiteleri (enerji, ulaşım, inşaat, sanayi, atık yönetimi, tarım ve ormancılık gibi) de sürece dahil etti. Ayrıca Ulusal Çevresel Geçiş Konseyi, işçi ve işveren temsilcilerini, çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarını, bölgesel yetkililer ve milletvekilleri de dahil eden yapıyla kuruldu.

Bu geniş istişare sürecinin amacı iki yönlü oldu: Mümkün olduğunca çok paydaştan bilgi toplamak ve onayını almak. Ayrıca, enerji ve iklim değişikliği ile ilgili herhangi bir yasa konusunda hükümet, Çevresel Geçiş Ulusal Konseyi’ne danışma zorunluluğu da getirdi.

Yayımlanan birçok rapor yeşil işlerin milyonlarca istihdam sağlayacağını ortaya koyuyor. Şu an için, hem Türkiye’de hem de dünyada kaç kişi temiz enerji işinde, daha genelde ise yeşil işler alanında çalışıyor? Gelecek için öngörüleriniz neler? Fosil yakıt sektörünün de zor durumda olduğunu ve ekonomik yardım paketlerinden faydalanmaya çalıştığını biliyoruz. Bu sektörde ve termiklerde çalışan işçi sayısında hem Türkiye’de hem de dünyada bir düşüş var mı?  

ILO tarafından 2018 yılında yayınlanan WESO raporuna göre dünya ekonomisinde fosil yakıt ile ilintili sektörlerde geliştirilecek politika senaryolarına bağlı olarak 2030 yılına kadar 18 milyon kişiye yeni iş imkanı yaratılabilir ve aynı zamanda mevcut 6 milyon işin kaybına neden olabilir. Bu değişimin fosil yakıtlara yatırımların azalmasıyla birlikte, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine yönelik yatırımlardaki yükselişten kaynaklanacak.

Türkiye özelinde mevcut olarak yeşil işlerin miktarına ilişkin güncel bir araştırma bulunmuyor. Eski Kalkınma Bakanlığı tarafından yayınlanan 2014 yılında yayınlanmış “Yeşil İşler ve Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Alanındaki Potansiyel” başlıklı  araştırmada yapılan analizler 2013-2030 yılları arasında toplam 2.229.534 iş-yıl istihdam yaratılabileceğini belirtiyor.

ILO Türkiye Ofisi olarak, 2021 yılında Türkiye’nin yeşil işler potansiyeline dair kapsamlı bir araştırma çalışmasına başlamayı planlıyoruz.

Sorunun Türkiye tarafına gelirsek, bu konuyla ilgili olarak verilerine Türkiye’ninkilerin de dâhil olduğu WESO 2018 raporundan ilgili bir tabloyu ve derlediğimiz diğer verileri aşağıda paylaşıyoruz.

İstihdam alanındaki trendler net olmamakla birlikte, TÜİK verilerine göre fosil yakıtların Türkiye’nin toplam enerji üretimindeki payı 2010-2018 arasında %8.1 düşmüş durumda. Bu toplam düşüşe karşın,  aynı dönemde kömürün enerji üretimindeki payı %42,5 artmış durumda.

Artan paya karşılık istihdamın da artış eğiliminde olması beklenebilir.

2019 yılında yayımlanan Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Kömür (Linyit) Sektör Raporu’na göre, sektörde istihdamın belirlenmesine yönelik kapsamlı bir araştırma bulunmamakla beraber, doğrudan istihdamın taş kömüründe 18.500 ve linyitte 37.000 olmak üzere toplam 55.500 kişi civarında olduğu tahmin ediliyor.

Alt kırılımları mevcut olmamakla beraber ILO istatistiklerine göre madencilik alanındaki istihdam ise 2010-2019 arasında %46 yükseliş gösterdi.

Bu durumu etkileyen bir diğer konu da şu: Türkiye’de önemli sayıda hane halkı ısınma amacıyla linyit kömür kullanıyor. Enerji üretimi için kömür tüketimindeki artış, bu durum nedeniyle daha da artıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından 2003 yılında başlatılan yoksul ailelere yardım etmek için kömür dağıtımı, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ve Türkiye Taşkömürü İşletmeleri (TTK) tarafından tedarik ediliyor ve yerel yönetimler tarafından halka dağıtılıyor. Hazine Müsteşarlığı ise görev zararı ödemeleri kapsamında bu programı fonluyor. Bu konudaki veriler, sadece 2017’de 2.089 milyon aileye kömür yardımı yapıldığına işaret ediyor.